Geçen hafta bıraktığımız yerden devam edersek, Friedrich Dessauer’e göre bilim insanı yaşadığı evreni, ama bununla birlikte dolaylı yollardan Tanrı’yı anlamaya çalışan kişidir. Bu anlama ve anlamlandırma aşamasına varmak için düzenli ve sürekli olarak çalışır, mühendis ise bunun uygulamasını yapar. Dessauer’in düşüncesi tasavvufta da karşılık bulur. Öğretiler insanın derinleşmesinin iki biçimi olduğunu kabul eder; biri kendi kabuğuna çekilmek ve düşünceleriyle baş başa kalmaktır; ikincisi ise olan biten her şeyi birbirleriyle kıyaslamalı olarak yeni bir gözle irdelemektir. İçinde yaşadığımız dünyada birinci yolu tercih etmenin pek mümkün olmadığı açıktır, o zaman yapılması gereken genellikle diğer yoldan geçer; yani olanları okumak ve birbiriyle karşılaştırmalı olarak irdelemek. Bu yol kuşkusuz felsefi soruların sorulmasını da başlatır, ne var ki yola çıkış biçimi farklıdır.
Bilimsel algıda tasavvufun rolü
Konu şöyle betimlenir: “Tasavvuf insana duyulan mecazi ve Tanrı’ya duyulan gerçek aşk olmak üzere iki tür aşk tanımlar. Buna göre yaşadığımız alem de duyularla hissedilebilen fiziksel ve iç görüyle hissedilebilen manevi kapsamda olmak üzere iki bileşen bulunur. İnsan, Tanrı aşkını mecazî aşkında dener ve geliştirir. Çünkü beden ölümlü olan, toprak, hava, ateş, su gibi dört unsurdan meydana gelen ve yok olacak geçici varlıktır. Öz olan ruh ise ölümsüzdür ve Tanrı’nın bütün niteliklerini taşır. Tanrı’dan gelen insan yine Tanrı’ya döner. İnsan iç görüsünü bütün kadim öğretilerin benzer biçimde betimlediği aşamalarla çalışıp geliştirebilirse, bir diğer ifadeyle gönül bilgisi edinip olgunlaşırsa, dünyevi yaşamından başkalarının da yararlanabileceği yeni düşünceler ortaya çıkarması olanaklıdır.”
Bilgi de insanın gönlüne Tanrı’nın bir “nur” (ışık) olarak belirmesidir. Tasavvuf, insanın nefsini yenerek yani benliğini öldürerek, mutlak varlığa erişmesine “fenafillâh katına ulaşmak” olarak adlandırır. İfadedeki benliğin öldürülmesi elbette kişiliğin yok edilmesi değildir. Benlik insandan kendini mutlu edeceği seçenekleri sunmasını ister, ancak verilen her bir seçenek yeni bir seçeneğin istenmesiyle sonuçlanır. Bu durum çocuğun her istediğini elde etmesi, onu tükettikten sonra yenisini talep etmesinden farklı değildir. İnsanın zihnen olgunlaşabilmesi için içindeki bu doğal dürtüyü kontrol altına alması gerekir. Bu aşamaya varan insanlar tasavvuf düşüncesinde insan-ı kâmil (olgun insan ) olarak adlandırılır. Gerçek aşkın son derecesine varıp, nefsinde ve her şeyde yalnız Tanrı’yı görebilecek duruma gelenler, gözle görülüp de ayırdına gidilemeyenleri idrak eder hale gelir.
Mendel örneğindeki sabır bileşeni
Varsayım kulağa ilginç ve iddialı gelse de doğru görünmektedir. Tarihte kaydedilmiş çoğu farkına varma hali bir miktar ya kendi içinde çekilme ya da çok fazla şeyle ilgilenme durumunda ortaya çıkar. Newton’un farkındalık hali, Arşimet’in hamamda suyun kaldırma prensibini keşfetmesi en iyi bilinen ikisidir. Ancak herkes tarafından bilinen Mendel’in bezelye deneyleri de bu durumdan çok farklı sayılmaz. İlk iki örnekte birden çok alanda faaliyet göstermek esastır. Ancak Mendel için geçerli olan kural rahip olması değil, içinden geçtiği ruhban öğretinin onu ayrıcalıklı kıldığı sabrıdır. Mendel’in bize anlatılan bezelyelerde yaptığı kalıtım deneyi, (nedense) aldığımız ortalamanın üstü fen eğitimine rağmen “saksıda bezelye yetiştirmek” olarak yorumlanır. Oysa deney saksıda değil çok büyük tarlalara yapılmış, Mendel gözlemini yapabilmek ve savını kanıtlayabilmek için en azından yüzlerce bezelye fidesinin tozlaşmasını zamana karşı yarışarak kontrol etmeyi, engellemeyi ya da değiştirmeyi başarmıştır. Bunun pratik olarak başarılabilmesi tahmin edilenden çok zor, daha doğrusu sabır ve itina yoksa imkansızdır.