Bilim ve tasavvuf ilişkisi: Mendel örneği

Olayların aslında ne olduğunu ve arkasında yatan dinamiği görmek çok kolay bir beceri ya da aşama değildir. İnsan bilim alanında çaba gösterse bile öncekilerin kendine aktardığı bilgilerle yola çıkar, dolayısıyla kendisine aktarılmış olanları başlangıçta (de facto) kabullenmek zorundadır. Alanın dışına çıkmadığı sürece benzerlikleri ve diğer olasılıkları fark etmesi mümkün değildir. Tasavvuf da tam bu notada işe yarar, öğretisi bilimle çelişir gibi görünür (bu da aslında bize benimsetilmiş olan bir kabullenmedir). Ancak sabırla okumaya ve irdelemeye devam ettiğinde durumun öyle olmadığını kavramaya başlar. Tasavvufun üstünlüğü tamamen irdelemeye dayalı soyut kavramları gözden geçirmiş ve birbirleriyle bağlaya çalışmış olmasıdır. Bu tarihsel açıdan bilimden çok daha eski olmakla kalmaz, “elde gözlem ve anlamlandırma dışında başka imkan olmaması nedeniyle bambaşka bir derinlik gösterir. Kendi okumalarımızdan çıkarımımız, mesela insanın varlığı konusunda Yaratılış olarak adlandırılan öğreti, Evrim Teorisi’nin mantığında göre kendi içinde çok daha tutarlıdır. Antik Çağ düşünürlerinin koymuş olduğu genel kurallar da kendi içinde tutarlıdır. Dolayısıyla bu yaklaşımı içselleştirebilen biri salt bilimsel düşünüşe de yansıtabilir.

Dini eğitim bilimi destekleyebilir

Tasavvuf ve bilim arasındaki ilişkiyi açıklamak için Gregor Johann Mendel çok iyi bir örnek oluşturur. Mendel o zamanlar Avusturya İmparatorluğu’na bağlı Çekoslavakya’da yoksul bir köylü çocuğu olarak doğar, koşullar ileride işçi olarak çalışması dışında seçenek tanımadığından eğitime yönelir. Bitki yetiştirmenin esaslarını küçük yaşta babasından öğrenir, 1840’ta liseden mezun olmasının ardından üniversiteye hazırlık amacıyla Olmütz Üniversitesi’nde felsefe derslerini izler. Bununla birlikte ailesinin kısıtlı ekonomik koşulları nedeniyle fizik profesörünün önerisiyle 1843’te Brünn’deki Augustinus manastırına katılır. Botanik müzesi, bahçe bitkileri ve zengin kitaplığıyla ünlü Brünn Manastırı onun botanik konusundaki çalışmaları için de ideal bir öğrenim merkezi olur.

Mendel bir yandan din eğitimini görürken, Felsefe Enstitüsü’nde tarım ağırlıklı dersleri izler ve yakındaki bir okula yedek öğretmen olarak atanır. Doğa bilimleri öğretmeni olmaya karar verse de üniversite sınavlarında jeoloji ve zooloji konularında başarılı olamaz ve şansını yitirir. Ancak manastır yetkililerinin de desteği ile bilgisini artırmak üzere Viyana Üniversitesi’ne gönderilir, istatistik öğrenir. 1854’te Brünn Teknik Okulu’nda fizik ve doğa tarihi dersleri için yedek öğretmenlik görevine getirilir.

Bilim dinden daha fazla dogmatik olabilir

Ancak 1861 yılında manastırın başrahipliğine atanır ve çalışmalarına ara verir. İlginçtir, manastırların dini vakıflara katkıda bulunmaya zorlayan yasasını değiştirmek için mücadele eder, 1876’da Maravya bankasının yönetim kuruluna atanır. Ama vaz geçmez, bezelyeler üzerinde yaptığı çalışmalarla kalıtımın ilkelerini bulur, lakin bir din görevlisi olduğundan bu kez de akademi yayınlamasına müsaade etmez.

Mendel’in hikayesi çok şey anlatır: (1) Din ve tasavvuf eğitimi almak bilimle çelişmenin ötesinde doğru kullanırsanız çok işinize yarayabilir. (2) Kurguyu doğru biçimlendirir ve sabırla çalışırsanız elbette sonuç alırsınız. (3) Akademi bilimsel tutuculuk açısından dogmatik dinden geri kalır değildir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir