Geçen haftalardaki yazıları yayıncılığın ve çevirmenliğin sorunlarına ayırdık, ancak yazın dünyası en büyük sorunu yeni içerik yaratamamaktır. Sanki dünyada söylenebilecek bütün hikayeler anlatılmış, kurgulanabilecek bütün romanlar üretilmiş, yazılabilecek bütün senaryolar tüketilmiş görünür… Bu durum aslında şaşırtıcı değildir, insan doğası gereği daha öncelerinin örgü kalıplarının dışına çıkamaz; edebiyat bir yerde eski hikayeleri yeni üsluplarla tekrarlamaktır. Aynı hikaye farklı yazarlarca başka üsluplarla anlatılırken, her yönetmen de aynı senaryoyu farklı yorumlar.
Bu birkaç yazının konusu anlatının yazılı olmayan, kuşaktan kuşağa aktarılan özel bir biçimi olan masalı irdelemek olacaktı. Ama araya sıra dışı bir durum girdi; haber kaynakları Agatha Christie romanlarının yeni kuşaklar için değiştirildiğini, “modernleştirildiğini” yazdı. İngiliz The Telegraph gazetesi, incelediği Christie romanlarının yeni baskısında çok sayıda değişiklik yapıldığını belirledi. Yayınevi HarperCollins tarafından yapılan baskılarda 1920-1976 yılları arası yazılan romanlar, “ırkçı”, “ayrımcı” ve “hakaretamiz” ifadelerden “arındırıldı”. Timeturk’ün haberine göre örneğin 1937’de yazılan ‘Nil’de Ölüm’ romanında geçen “Doğulu” kelimesi kaldırıldı. Ian Fleming’in James Bond’u da dahil pek çok modern klasik “ırkçılık, cinsiyetçilik, küfür, hakaret, aşağılayıcı dil” gibi gerekçelerle bazı kelime ve ifadeler silindikten sonra basılacak. (*)
Ortak yorum: Postmodern sansür
Hürriyet gazetesinden meslektaşımız Fulya Soybaş, “Klasik romanlara ‘modernleşme’ sansürü” başlıklı yazısında bu uygulamayı Türkiye’deki yayıncı ve yazarlara sordu. Yanıtlar ikilem yaratmayacak kadar açıktı; uygulama “postmodern sansür ve ticari kaygı” olarak nitelendirildi, benim kişisel görüşüm de farklı değil. Yazılmış, yayınlanmış, okunmuş, kabul görmüş ve artık klasik olarak kabul edilmiş eserler zamanın ruhu değişince ne içerik ne de ifade olarak değiştirilemez; bunun adı doğrudan sansürdür. Ne var ki sorun, sansürün o noktada kalmayıp yenilerinin kapısını açmasındadır. Eserin sinema uyarlamalarında anlatım dili kast edileni gizleyebilir; ama yazılı metin giriş yorumuyla, hatta dip notlarla eleştirilse bile dokunulamazdır.
Açıklamak için Ian Fleming’in Bond kitaplarından örnekler verelim, hepi topu beş eser, toplam yirmi beş kez sinemaya aktarılmıştır. İlk Bond Sean Connery’ye göre ortanca Bond Roger Moor daha “funny” (esprili manasında), ama son Bond Daniel Craig de daha çok daha “tough” (sert) davranmaktadır. Elbette casusluk cihaz ve yöntemleri, ulusal ve küresel tehditlerin ne oldukları değişmiştir. Ancak sinema zaten budur; yazılı eserin dokunulmazlığını aşar. Bunun geçmişinin anlatımı ve açıklaması ise artık tarihçilerin alanıdır.
O halde tarihi de değiştirelim
Biz edebiyatçı değiliz, ama sansür sansürdür. Eserlerde değişiklik yapılabilmesinin kapısını aralayan durum bunların fikri mülkiyet korumasından çıkmalarıdır. Koruma süresi, eser sahibi yaşadığı sürece ve ölümünden itibaren sonraki 70 yıldır; orijinal eserin muhatabının artık kalmadığına inanılmaktadır. Peki eserler gerçekten mi sahipsizdir? Elbette hayır, onlar artık toplumsal alandadır. Sansür nasıl olursa olsun kabul edilemez; bu “hoşa gitmeyen tarihi” ters yüz etmekten farksızdır.
O halde bütün edebiyat çevrelerini bağlayan yeni bir sorumluluk ortaya çıkar: Mürekkep kuşlarını (**) salıverme enstitüsü
(*) https://www.timeturk.com/kultur/dugmeye-basildi-modern-klasiklere-sansur-basladi/haber-1764112
(**) Bir masaldan alıntı, okul ödevlerindeki yanlışları yiyen kuş.
(***) Haberi aktaran asistanımıza ayrıca teşekkür ederiz.