Bağnazlık gönül işidir, sual olunmaz

Geçen haftalardan devamla, diplomalı okumuşluk ve bağnazlık arasındaki ilişki bir doğrunun ya da yolun iki ucuna yürümek gibi değildir. Bağnazlık kendi bilgi ya da inancının dışında başka bir bilgi, inanç ya da yaklaşım tarzı kabul etmeme durumudur. Kabul edilmiş konular bile tartışmaya kapalıdır:; yani bağnazlık hangi düşünce yapısında olursa olsun tartışmaya, diğer olasılıkları anlamaya “gönülden” kapalılık halidir. Güncel ve yakın zamandan örnekler verelim ki kavram karmaşası daha kolay ortaya konabilsin:

  • İçki içmekle laik olmak arasında bir alaka yoktur, bunlar bambaşka kavramlardır.
  • Batılı tarzda giyinmekle aydınlanmış olmak arasında da alaka yoktur, o nedenle sözüm ona entelektüellerin kaşkol takmaları ya da küçük yuvarlak gözlük çerçeveleri edinmeleri genellikle kendi algılarını beslemek içindir.
  • Mini etek giymekle namus arasında da ilişki yoktur, beğenilmek ve dikkat çekmek arzusu başka başka biçimlerde, mesela abartılı makyaj yaparak, sürme çekerek, hatta “piercing” (Türkçesi perçin olabilir) yaptırmakla da ortaya çıkar. İnsanlar kendilerini sözle ifade etmekte zorlandıklarında bu yöntemlere daha çok ilgi gösterirler. Nitekim badem bıyıklı olmak da mini etekle benzer örüntü taşır.

Okuyup bilgilenmek, diploma sahibi olmak bağnazlığı genellikle değiştirmez, bağnazlık okumamışlık ya da bir cahillik hali değildir.

Sokrates’e göre insan ve bilgi ilişkisi

Velhasıl Sokrates’e göre üç tip insan vardır:

“Bilmediğini bilmeyen insan: Bütün kapılarını kendi eliyle kapatıp uykuya dalmıştır. Uyuyan insan, hiçbir şeyi öğrenip anlayamaz, bilip tanıyamaz, ancak geçireceği bir şokla uyanabilir.” Ancak bu bile genellikle gerçekleşmez, uyanma hali de genellikle yavaştır, sık sık kesintilere uğrar, gerçekleştiğinde de çok zaman geçmiştir.

“Bilmediğini bilen insan: Uykudan uyanarak eksikliğini fark eden, kararlı bir şekilde eksiklerini tamamlamaya arzulu ve uyanan insandır. Süreç içerisinde kendini geliştirip olgunlaşacaktır.” Bu yaklaşım da biraz iyimserdir, bilmediğini biliyor olmak elbette erdemdir, ama eksiği gidermeye çalışma aşamasına genellikle geçemez. Kişi içinde aydınlanmak, ilim irfan sahibi olmak için olağanüstü bir arzu duymaz, sadece bilmediğini bildiği için biraz çekiniktir. Bilmediğini bilmemek ve biraz da olsa aydınlanmak arasında çok uzun bir mesafe vardır. Zaten bunlar aşama değil, süreç biçiminde devam eder, aslında hiş kimse her şeyi tamamen bildiğini iddia edebilecek konuma erişemez, çünkü öyle bir konum bulunmamaktadır.

Üçüncü aşama sadece bilgiyle olmaz

“Bildiğini bilen insan: Bu özelliklere sahip bir insan, varoluşun, hayatın anlamını sezip, arzularını ve nefsini bu anlama uygun bir şekilde yönlendirebildiği ölçüde huzuru ve mutluluğu elde edebilecektir.” Sokrat’ın bu konumdan neyi kast ettiğini anladım desem yalan olur. Bu konum bilmenin dışında sezgiyi de içeren, okumanın dışında tasavvuf gerektiren bir aşamadır. Bu aşamaya varmak için kişinin kendini dış dünyadan bir miktar uzaklaştırmış olması, günlük yaşamın telaşından arındırması ve sürekli düşünüp, tefekkür etmesi gerekir. O nedenle yeryüzünde bu aşamaya erişme şansına sahip olmuş bilinen kişilerin sayısı herhalde çağlar boyunca, hem de iyimser bir tahminle, yüzü geçmez.

Günümüzdeki imkanlar bir yirmi yıl öncesiyle bile karşılaştırılamaz, ama bağnazlık gönül işidir, sual olunmaz.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir