İnanç en geniş tanımıyla bir kişinin belli bir iddiayı ya da varsayımı, hissetme yoluyla “doğru” ya da “yanlış” kabul ettiği psikolojik bir durum olarak açıklanır. İnsanlık tarihinde inanç denen kavramın ne zaman ortaya çıktığı kesin olarak bilinmez. En olası açıklama, insanın eylemlerine karşı doğadan aldığını düşündüğü tepkiler olacaktır. Yaratıcı Tanrı’nın lütfu anlayışı (hikmet, nimet) henüz olmasa bile, yağmur ve tarım arasındaki ilişki biliniyorsa, yağmurun “yukarıdan geliyor olması” ister istemez onu gönderen yüksek bir güç algısını doğurur.
Örneğin yağmurla gelen bereket iyi eylemler için bir ödülse, topluluk iyi eylemin ne olduğunu bilmiyorsa, yüksek gücün hoşnut edilmesi gerekliliği kendiliğinden doğar. Yüksek gücün nelerden memnun olduğu bilinemeyeceğine göre, onu hoşnut etmek için önceden planlanmış eylemler gerekecektir. Kutsal kitaplar öncesi dönemde bu eylemlere tören adı verilir. Tören tanrının hoşnut olabilmesi için dans, tütsü ya da kurban gibi uygulamalarla desteklenir.
Yüksek güçler gazabını nasıl ifade eder?
Buna karşılık yüksek gücün kızması gibi yorumlanacak durumlar da vardır. Fırtına çıkması, gök gürültüsü, sağanak, dolu, sel; hatta tam tersi, yani hiç yağmur yağmaması, çekirge sürüsü gibi ekini ortadan kaldıran zararlı istilaları olasılıkla yüksek gücün hoşnut olmadığı durumlar olarak nitelendirilecektir. Yüksek gücün gazabı olarak adlandırılabilecek en şiddetli durumlar ise olasılıkla yanardağ patlamaları ve depremlerdir. Örneğin M.S. 79 yılında patlayan Vezüv yanardağı kısa bir süre içerisinde tüm Pompei’yi toplu bir mezarlığa dönüştürmüş, 200 bini aşkın insan hayatını kaybetmiş, ayrıca Herculaneum ve Stabia kentleri de haritadan silinmiştir. Dini kaynaklar bile bu tür felaketleri genellikle genel yozlaşmanın cezası olarak açıklar.
İnsan ve Tanrı’nın ilk yazılı anlaşması
O halde insan önceleri yüksek güçleri (Pagan yaklaşımında tanrılar panteonu), tek tanrılı dinlerde ise Tanrı’nın kendisini inanç ve sadakati konusunda ikna etmelidir. Bütün kutsal kitaplar “biz içinizden geçeni çok iyi biliriz” deseler de; bu durumun başkalarına kanıtlanması da toplum içinde değer taşıyacaktır. İnsan ait olduğu dini sistemin gerekli kıldığı eylemleri yerine getirmelidir.
İşin ilginç yanı Semavi dinler olarak adlandırılan bu dönem, dini önderin (Hz. Musa) Tanrı ile doğrudan anlaşmasıyla başlar. Ahit adı verilen anlaşmadaki temel kurallar taş tabletler şeklinde yazılı olarak bildirilir. Bu durumda insan kulluğu kabul ettiğinden, anlaşmada yer alan kurallara mutlak surette uymalı, bunda şaşmaz bir özen göstermelidir. Hz. Musa ile başlayan kurallar koyma durumu, sonrasında Hristiyanlık ve İslam’da da devam eder.
İşte biz insanın yaratıcı Tanrı’ya gösterdiği düzenli sadakat ifadesine genel olarak “ibadet” adını veriyoruz. Yazının devamını bu kavramın irdelemesi üzerine kuracağız.