Geçen hafta söz ettiğimiz gibi hayat kadınlığı ve fahişelik farklı şeylerdir. Fahişelik “ahlak sınırlarını zorlayan” anlamına gelir, eylemin bir dışavurum bileşeni vardır. Kelimenin olasılıkla eril formu olan fahiş “çok yüksek” anlamında daha çok fiyatlar için kullanılırken, dişil formunun doğrudan kadınlara gönderme yapması mantıksız olsa da, günlük dilde erkek fahişe lafı yine de kullanılır.
Oysa fahiş / fahişe aşırıya kaçan her durumu ifade eder. Dolayısıyla fahişelik cinsellikle ilgili olmayan, “aşırıya kaçma” özelliği taşıyan her eylemi ilgilendirir; çünkü amacı teşvik etmektir. Sosyal medyada sık gördüğümüz “zenginliğin dışavurumu” da bir tür fahişeliktir. Bu önceki ezikliklerin kapatılamaması olsa gerek, ekonomi refah katlamalı artınca çevreye olan gösteriş engellenemez. Kişi ya da kişiler kazandıkları konumu ne kadar çok lüks villalar, spor arabalar ya da yatlarla taçlandırsınlar, amaç keyfinin sürülmesi değil, başkalarının gözüne sokulmasıdır.
Bunların çoğunu siz biliyorsunuz, ısınmanın bu kadara pahalı olmasına rağmen çok büyük konutlar, yolun olmadığı şehirlerde çok hızlı arabalar, insanların darda olduğu dönemlerde çok pahalı hediyeler, pozisyonu kaybetmemek adına her şeyi feda edebilecek siyasiler; ister kadın olsun isterse erkek, ortam içinde kendini göstermek amacıyla atılan şuh kahkahalardan fazlası değildir.
İsyanın şehvete dönüşme hali
Haksız ya da haklı olsa bile hedefinden sapan savaşlar da bir tür fahişelik biçimidir. Esas olanın barış ve uzlaşma olduğu herkesçe bilinse de savaş bazen kaçınılmaz hale gelebilir. Bu gerekçeyle çıkan savaşın bile bir iç ahlakı olmak zorundadır; savaş fikren uzlaşamamanın ve haksız zulümden bile doğsa, zulmü yenmek için zulüm gösterisi yapmak savaş fahişeliğidir, çünkü gerekçeleri makul bir savaşın hedefleri askeridir.
Her zaman çok iyi isabet ettirmek mümkün olmadığından sivillerin zarar görmesi kaçınılmazdır. Ama savaşın hedefi saparsa, çekilen zulme karşı zulüm çektirmek mubah sayılırsa, o savaş daha en baştan kaybedilir. Ordunun en muktediri zaferi koşulsuz kazanan değil, şefkati nefrete kurban etmeyen olacaktır; anlayan anladı.
Düşmanı sadece şefkat yener
Konuyu Atatürk’ün, çok haklı bir Çanakkale savunmasının, savaşa macera olsun diye katılan, hem haksız hem de üstüne mağlup işgalcileri için bile söyleyebildiği birkaç cümleyle açıklayalım. Bu savunma destanına benim mezunu olduğum lise ve üniversite sınıfları birer dönemlerini feda etti. Bunlar kefen gösterisi değildi, çoğunun kefenleri bile olmadı.
“Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar. Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.” İşte bu tutum şefkattir…
Erdemsiz savaş fahişeliktir; ezilmişlikten doğan haklı savaşlar isyan kutbundan doğsa bile, şefkat yoksa, her iki taraf için de şehvet kulvarına sürüklenir.