Bu hafta size sağlık ve sosyal güvenlik alanında kısa süre sonra içerisine düşeceğimiz durumdan söz etmek istiyorum. Bu köşede sağlıkla ilgili konular işlemekten kaçınıyorum, ama aşağıda anlatacaklarım sağlıkla değil, sağlığın adaletli bir biçimde sürdürülebilirliğiyle, yani sosyal yönüyle ilişkili. 12 Ocak Cumartesi günü yayınlanan Milliyet’in manşeti “Bir ‘değer’ daha yok oldu gitti. Bebek dostu hastanede acı tablo!” şeklinde idi. Sağlık Bakanlığı’nın 2004’te ‘bebek dostu hastane’ ilan ettiği Gelibolu Devlet Hastanesi’nde çocuk doktoru kalmamış. Başka hastaneye sevk edilen bir bebek de yolda ölmüş. Benim size naçizane tavsiyem bu tür haberleri daha sık duymaya artık iyiden iyiye hazırlıklı olun. Dahası aslında bu olaylar zaten var, ama haber olarak size yansımıyor.
Haberle aynı gün (yani geçtiğimiz cumartesi günü) benim içine dahil olduğum bir benzerini anlatarak başlayayım. Bir dostum telefon etti, arkadaşının Malatyalı hemşerisinin 19 yaşındaki kızına lösemi (kan kanseri) tanısı konmuş. Aile Yeşil Kartlı, apar topar atlayıp İstanbul’a gelmişler, zira Malatya’daki ABD’deki örneklerine tamamen sadık kalınarak inşa edilen Turgut Özal hastane kompleksinde bu hastalığın tedavisini yürütecek doktor bulunmamaktaymış. İstanbul’da kapısını çalmadıkları kamu hastanesi kalmadığından sonunda benim yardımımı istediler. Bir kitapçıda buluştuk, arkadaşlarıma telefon açtım. Kızımız yaşı nedeniyle erişkin merkezinde tedavi edilmek durumunda, lakin SSK tedaviyi yapamıyor, Şişli Etfal’deki arkadaşlarımız kamudan istifa etmişler, özel merkezde çalışacaklarmış, falanca yerde zaten 200 hasta sırada beklediğinden mümkün değilmiş. Sonunda sorunun çözümünü Gaziantep’teki kanser merkezinde bulabildim. Özetle İstanbul’da 19 yaşında ve kanının dörtte üçü tükenmiş Yeşil Kartlı bir lösemi hastası kızımızı devlet koşullarında tedavi ettirmek mümkün olamadı.
Sorun çözüm aşamasına ulaşınca, her zaman yaptığım gibi hasta yakınına sordum: “Sen son seçimde oyunu kime verdin?” Şaşırdı, “Adalet ve Kalkınma Patisi’ne” dedi. “O zaman” dedim, “ben senin sorununu çözüm yoluna koyuyorum, ama sana esas düşen görev sorununu oy verdiğin partiye, onun Sağlık Bakanı’na, hatta Başbakan’a anlatman”. Dediğimi anladı mı, muhtemelen anladı. Ben bu karşılıklı sohbeti karşıma gelen bütün hastalarla yapıyorum, “unuttum” diyeni bile çıkıyor. Buradaki amacım elbette insanları tercihlerinden ötürü eleştirmek değil, ben onlara haklarını aramalarını ve demokrasilerine sahip çıkmalarını öğütlüyorum. “Ben yaptım oldu” zihniyetiyle oy avcılığına çıkan bir tek parti iktidarı, elindeki imkanları hiçbir zaman bu kadar kolay harcamadı. Seçmenlerinin ruhunu okşayan “sevksiz başvuru”, hiç pirim ödemeyen Yeşil Kart sahiplerinin istedikleri hastanede tedavi olma hakkını kazanması zaten akıl ve mantıkla bağdaşan bir uygulama değildi. Ama sorun orada da çıkmadı, tabanına bu imkanları sağlayan AKP iktidarı, başta üniversite hastaneleri olmak üzere, kamu hastanelerinin ellerindeki olanakları bütünüyle kısıtladı, onları çok değil üç ay içinde batma aşamasına sürükledi. Bugün yatan hastaların bütün giderleri hastaneler tarafından karşılanıp devlete fatura edilmek durumunda, devletin geri ödemelerdeki en kısa süreli bir gecikme ise sistemi durduracak.
Bu olumsuz koşullar yetersiz ücretlerle birleştirildiğinde, doktorlar kamu hastanelerindeki görevlerini ister istemez terk ediyorlar (Bodrum’da turizm sektörüne paralel çalışan bir pratisyen hekimin bile yılda bir milyon 250 bin Euro ciro yaptığı anlatılıyor). Gelibolu Devlet Hastanesi’ndeki durum da aynen bu çerçevede yorumlanmalı. Kısa süre içerisinde getirilmesi planlanan “tam gün” yasası ise, özellikle üniversite hastanelerinin en başarılı doktorlarını sistem dışına itecek, eğitim kadrolarını ileri derecede zayıflatacak. Kadro eksiği olduğunu iddia ederek buraya yapılacak “al takke ver külah” atamalar (olayları buraya sürükleyen “dinci zihniyet” yanılgısını ayrıca anlatacağım).bilgi ve beceri açığını gideremeyecek. Adaletin sağlanacağına sanıp, kömüre, bulgura kanıp AKP’ye oy veren olanakları kısıtlı kesim özel hastanelere de başvuramayacağından, altını çizerek vurguluyorum ki, AKP başta kendi seçmen kesimi olmak üzere maddi gücü olmayan herkesi çözümsüzlüğe terk etmiş olacak
Ey sevgili okurum, yeniden hatırlatıyorum, hastanelerine ve doktorlarına hiç olmazsa kendi geleceğin için sahip çık, verdiğin oyun hakkını ara!