Bu dizinin ilk yazısında da dile getirdiğim gibi, tıp henüz “tanımsal” aşamasını sürdürmektedir, zira canlı sistemin nasıl çalıştığına dair henüz ayağı yere basan bir analiz oluşturamadık. Bu analizin ve buna bağlı modelin ortaya çıkmasındaki en önemli engellerden biri aklın serbest bırakılması zorunluluğudur. Oysa daha doğumundan itibaren sürekli “kabullenmişlik” bombardımanına tabi tutulan akıl kolay kolay serbest kalamaz. Bugün eskisine gülümseyerek baktığımız pek çok bakış açısı, kabullenmelerin reddiyle ve farklı/yeni düşüncenin kimi zaman kişinin hayatı bahasına savunulmasıyla ortaya çıkmıştır. Birkaç örneğini yeniden hatırlayalım: (1) Newton yer çekimini bulduğunda, yer çekimi zaten vardı, ondan önce de milyonlarca elma birilerinin kafasına düşmüştü. (2) Arşimet suyun kaldırma kuvvetini bulduğunda kayık ya da gemi zaten vardı, büyük denizler bile kat edilmişti. (3) Galileo güneşin sistemin merkezinde olduğunu ileri sürdüğünde de, kendimizi bildiğimiz bileli doğmakta ve batmakta olan güneşin yerini tanımladı. Bütün bu örneklerin ortak noktaları şudur; insanın bilim alanında ilerlemeleri doğanın keşfiyle gerçekleşir. Ancak bunlar aslında yeni bir şeyin bulunması değildir; zaten var olanın fark edilmesine, ayırtına gidilmesine bağlıdır. Yukarıda saydığımız ve her biri dönüm noktaları yaratmış bu üç kavram bile kabaca son bin yıl içerisinde gerçekleşmiştir. Peki bunlar gibi başkalarının olmadığı konusunda neden bu kadar müsterihiz? Sorunun cevabını kestirmeden vereyim, “elbette varlar, sadece bizim tarafımızdan fark edilmeyi bekliyorlar”.
İşlev ve boyut değişkendir
İnsan anatomisinin yeniden gözden geçirilmesi de işte bunun için gereklidir. Eğer biz tanımsal olanın dışına çıkıp, akıl zemininde analitik olarak birleştirebilirsek, vücudun çalışma prensiplerini daha doğru anlayabiliriz. Ne var ki bunu yapabilmek kolay değildir, alan dışına, yani hayvanlara bakmayı gerektirir. Sadece biçimi değil, işlevi de dikkate almak zorunludur. Ama en zor olanı da bütün bunların genel bir bakış açısı altında birleştirilmesidir, çünkü bütün canlıların sadece dışa vurdukları özellikleri (tezahür biçimi) değil, işlevsel mantıkları da aslında benzerdir. İnsanın algısı bunu bir yere kadar kavrayabilmiştir, aradaki açıklayamadığı bulanık/kopuk alanlar nedeniyle de “taksonomi” adı verilen sınıflama sistemleri ortaya çıkar.
Biçimin son halini (anatomi) gelişim aşamasıyla birleştirmeye çalıştığınızda da aslında ciddi çelişkiler vardır. Organların taslağı nereyse gelişimin ilk bir ayında aşağı yukarı belirlenir, ilk üç ayda tamamlanır. Yani sindirim sistemi, kalp, böbrekler ilk bir ayda aşağı yukarı gelişmiştir. Ama gelişimin başında verilen önem (taslağın ne zaman oluşmaya başladığı ve embriyonun genelindeki büyüklüğü) dikkate alındığında nihai formla arasında boyut açısından bir ilişki yoktur. Örneğin göz ve kulak taslakları çok erken dönemde ortaya çıkar, embriyonun bütününe göre çok büyüktür, ama nihai aşamaya ulaştığında göz de kulak da kemik dokuların arasında sıkıştırılmış iki küçük organa dönüşür. Buna karşılık kollar ve bacaklar taslak aşamasında ve doğumda hala küçüktür, hatta doğumda baş vücuda göre daha büyüktür, ama erişkin durumda kollar, bacaklar oransal olarak daha büyük hale gelirken, baş da daha küçük bir orana geriler.
Canlıların işleyiş mantığı benzerdir
Oranlar arasındaki bu değişim insana özel değildir, bütün hayvanların embriyo, yavru ve erişkin formları benzer bir büyüme özelliği gösterir. Ancak “büyüklüğü belirleyen” başka değişkenler olup olmadığı sadece sinek ya da arı gibi canlılarda araştırılabilmiştir. Sineğin vücudu insandan faklı bir “segmenter” yapı göstermektedir. Hayvanın baş, göğüs ve karın kısımları birbirlerinden farklı boğumları oluşturur. Bu boğumların arasında gelişimlerinden sorumlu “hayali” bir diskin bulunduğu kabul edilir. Hayvan larva formundayken o “hayali diskin” kesilerek çıkarılması segmentin birinin eksik kalmasına neden olur, ancak buna karşılık diğer komşu segment büyümek eğilimindedir. Yani siz göğüs segmentini küçültürseniz, baş ve göz segmentleri buna paralel olarak büyümektedir. Bu aslında ileride değineceğimiz çok önemli bir bulgudur, zira formu oluşturan bir toplam kaynağın “paylaşılmakta olduğunu” gösterir: “Kaynak bir anlamda sabittir, onu kullanan segmentlerden biri ortadan kalkınca diğerinin aşırı büyümesine neden olmaktadır”.