Geçen hafta söz etiğimiz üzere, mükemmel insan olasılığı hep bir kenarda dursa bile (elbette iyi niyetli varsayım halidir), fiziksel ya da beceri yetersizliğine bağlı aşağıdalık kompleksi aslında yersiz bir konumdur. Buna karşılık günlük yaşamda işler bu şekilde seyretmez, çoğu insan aşağıdalık kompleksinden kendiliğinden kurtulamaz ve hissi yaratan durumun zıddı yöndeki arayışlarını sürdürür. Bu durumda eksiğin kapatılmasının yolu ister istemez mevki ya da paranın verdiği gücün elde edilmesi olacaktır. Mevki mevcut toplumsal hiyerarşide daha kolay hakimiyeti, para ise mevki sahibi olunmadan da önemsenmeyi sağlayacak en kullanışlı seçeneklerdir. Paranın kazanılması emek gerektirdiğinden nispeten zordur; doldurulabilecek mevkiler de piramidal biçimde yükselirken, rakamsal olarak azalır. İster akademik yaşamdaki kariyer basamakları, ister kamu ya da özel sektördeki makamlar, isterse siyasetteki kademeler olsun; bütünü bu piramidal yapının üst basamaklarına geçmekle ilişkilidir.
Hallicelik ve yollucalık ilişkisi
İyi işleyen bir sistemde yükselme kişisel yeterlilik ve liyakate bağlıdır, ne var ki “hallicelerden” kurulmuş bir sistemde bir üst basamak için aslında kimse yeterince üstün olamayacağından, yükselme şartı “yollucalara” nasip olur. Yollucalılık bütün toplumların genel sorunudur, bir yukarıya atlayabilmek için yapılamayacak şey yoktur. Aşağıdalık kompleksinin bireysel bir takıntı olmanın ötesinde geçip toplumsal bir soruna dönüşmesi tam da bu aşamada gerçekleşir. En sıradan haliyle yağcılık ya da yalakalık, ama daha ileri biçimlerinde mobbing (bezdirme, yıldırma), cinsiyetçilik, ötesinde şantajla da devam edecek bu süreç, becerme halinde “haz” olarak ayrı bir karşılık bulur. Bunun psikolojideki karşılığı olasılıkla ödül hazzıdır, oysa ödüllenme ironik biçimde aşağıdalık hissini ortadan kaldırmaz, bilakis ayrı bir dinamik kazanır.
Artık başlangıçta “ayıplanma” gibi çekinceler tamamen ortadan kalkar; “bir kereden bir şey olmaması” alışkanlık haline dönüşür, benzeri yaklaşımı güden grup içi coşku da ister istemez yükselir. Bizim günlük yaşamda sık sık kullandığımız “mahalle baskısı”, artık yandaşlık mertebesine erişir, grup içi ödüllenmenin pozitif geri beslemesi maddi ve manevi kazanımı iyice pekiştirir. Aşağıdalık kompleksinin bu aşaması gerçek bir aşağılık halidir; çünkü temenni edilen ve uygulanan arasındaki samimiyet tamamen kopar. Değerler sistemi ortadan kalktığı gibi, eylem benzerler arasındaki işbirliği nedeniyle eleştiri almaz, görmezden gelinir. Nitekim dilimizdeki “bugün bana yarın sana” deyimi olasılıkla bu işbirliğini tanımlamak amacıyla üretilmiştir, bal tutan parmağını yalayacak, aynı mutluluk zamanı gelince başkasına da nasip olacaktır.
Aşağıdalık hissinin toplumsal bulaşıcılığı
Üstesinden gelinemeyen aşağıdalık kompleksinin bir diğer boyutu bulaşıcı olmasıdır. İnsanlar genellikle daha iyi koşullara imrenir, imrenme kontrol edilemez aşamaya geldiyse haset söz konusudur. Daha iyi olanın hakkını teslim etmek ya da gıptayla baktığı konuma çalışarak erişmek olasılığı bulaşıcı kompleks varlığında ortadan kalkar. Sistemin tamamen yozlaşması durumunda çalışmanın bir şey kazandırmayacağı düşüncesi kendiliğinden hakim olur. Bu “satın alarak devam ediniz” yaklaşımının genel geçer kural olduğu aşamadır. İnsanlar nasıl olsa bilgi, beceri ya da liyakatleriyle bir yere gelememektedir; parayı veren düdüğü çalmakta, yapan yaptığıyla kalmaktadır. Dilimiz bu aşama için “tuzun koktuğu durum” deyimini geliştirmiştir, ama mahalle baskısı ya da sürü dinamiği tuz kelimesinin telaffuz edilmesine de müsaade etmez.
Oysa geçen hafta sözünü ettiğimiz Napolyon kompleksi, boyun kısa olmasından gelen (varsayım budur) aşağıdalık hissiyatının “dayanak noktası” olarak kullanılabileceğini, dünyayı bile yerinden oynatabilecek çok güçlü bir karakterin ortaya çıkmasın neden olabileceğini betimler. Varsayım dememizin nedeni, kavramın Napolyon’un sıra dışı askeri ve taktik dehasını göz ardı ederek başarıyı sadece boy kısalığına bağlıyor olmasıdır.