Doktorlar ne ister; kim, neden gitmek zorunda kalır?

Tıp uzun soluklu bir eğitimdir, çok çalışılarak üniversiteye girilir, altı sene okunur, sonra üzerine iki yıl mecburi hizmet yapılır. Oysa toplum algısında, olasılıkla dizilerin de katkısıyla, doktor imgesi benim mecburi hizmet yaptığım otuz küsur yıl öncesinde bile değişmiştir; “ne doktorusun?” diye sorarlar. Ortalama tıp eğitimi aslında hakkı verilirse çok iyi doktor yetiştirebilir, oysa Tıpta Uzmanlık Sınavı (TUS) bu eğitimi parçalar. Okulun ilk iki yılı uyum sağlayıp bir şeyler öğrenerek geçer, üçüncü yıl kliniğe atılan adımdır, dörtten sonrasında ise artık TUS dershanelerinde zaman geçirilir. Çünkü öğrenciler çalışma disiplinlerini kaybetmiş ve dersini geçtikleri konuları çoktan unutmuşlardır. Böylelikle ittire kaktıra uzmanlığa girilir, en az dört yıl daha hem sistem, hem kıdemliler, hem de hocalarla cebelleşirler.

Genç doktorların umut kaybetmeye başladıkları zaman dilimi olasılıkla budur, çünkü büyüklerinin temennileriyle uyguladıkları arasında ağır bir uyumsuzluk olduğunu sezerler. Beri yandan ihtisas sonrasında da mecburi hizmet vardır, erkekler için bunun üzerine bir de askerlik hizmeti eklenir. Düz hesaplama, sene kaybı olmadığını varsayarsanız bir doktorun meslek hayatının zorunluluklarını tamamlaması en az 36 yaşını bulur. Çok fazla emek vermiştir, en azından statü ve gelir beklentisi yüksektir. Ne var ki uzman doktora devletin bugün için verdiği maaş (iyimser tahmin) on beş bin lira seviyesindedir. Bunla evlenecek, hayatını idame ettirecek ve olduysa çocuklarını okutacaktır. Tahmin edeceğiniz üzere mümkün değildir, statüyü geçiniz, bu parayla büyük şehir merkezinde kalınamaz, özel okulların bu yıl açıkladıkları fiyat en az yüz bin lira seviyesindedir.

Kunta Kinte meselesi

Doktorun mesleğini doğru uyguladığı takdirde bir saygınlığı hak ettiğini kabul ederim, ama bu başkalarının gözüne batacaktır, çok istenen ama pek az kişinin nail olduğu konumu üstelik diplomayla kazanırlar. İlk darbe 1980 sonrasında gelmiştir, horlanmışlardır. Ama sonraki darbe bundan on yıl öncesine dayanır, Sağlık Bakanı Recep Akdağ “doktorlar çocuklarını yavaş yavaş özel okullardan almaya başlasınlar” şeklinde ifade etmiştir. Onunla eşzamanlı o dönem Başbakan olan Cumhurbaşkanı Erdoğan “biz de zamanında Kunta Kinte gibi sıralarda bekliyorduk” deyince örseleme katmerlenmiştir (1).

Şimdi toparladığımızda…

  1. İlk yazıya atfen “vazgeçilemeyecek kimse yoktur” önermesini doğru kabul edersek Cumhurbaşkanı haklıdır, boşluk ikinci seviyedekilerle doldurulur (Nash dengesi) (2), ceremesini halk çeker. Ama önerme karşılıklıdır, “vazgeçilebilir olmak” Cumhurbaşkanı ve iktidarı için de geçerlidir (aynı Nash dengesi).
  2. Bir ülkeyi üç beş değil, yirmi yıldır yöneten iktidarın her kimin ağzından olursa olsun yakınma hakkı yoktur, sırada beklemek sistemin sorunudur, çünkü sistem hasta üretmektedir. Bakan yılda kaç kez doktora gidilebildiğini başarı unsuru saymakta, performans sistemiyle doktorlara aklınca kemik (!) atmakta, ama doktorların çoğu da bunu havada kapmaktadır.
  3. “Kunta Kinte” kavramı önceki “kompleks” yazıları çerçevesinde irdelenmelidir, ama halkın Kunta Kinte olmadığı kesindir. Nitekim belediyeleri de etkisi altına alan “devasa şeyler” (mesela hastaneler) yapmayı ilerlemek zanneden hatalı algı hep vardır.
  4. Meslek onuru sözüm ona Türk Tabipleri Birliği tarafından savunulmaktadır, olan bunca olumsuz gelişmeye rağmen de İstanbul Tabip Odası seçimlerinde oy dağılımı bildim bileli aynıdır, ne yönetim ne de yaklaşım değişikliği olmamaktadır.

Sonuç şudur; ister Harun (sistem), ister Karun (yöneten), isterseniz de Lokman (doktor) olun siz kendi değerinizi bilmez ve korumazsanız sonunda birileri helak olacaktır.

Kaynaklar:

  1. https://www.cnnturk.com/2010/turkiye/03/11/erdogan.ben.de.kunta.kinteyim/567332.0/index.html
  1. Oyun Teorisi’nin en önemli araçlarından biri olan Nash dengesi, oyuncuların belli özellikler taşıyan strateji seçimlerine verilen isimdir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir