Geçen haftadan devam edersek, özetle, diplomalı olmak üstünlük sağlamayacağı gibi, apaçık gerçeklerin algılanmasını zorlaştırabilir. Bunun nedeni elbette diploma değildir, eksik okumuşlukla elde edilen diplomadır. Hele hele bizim üniversitelerimizin çoğunda öğretim bir meslek dalı kazandırmak çabasından ibarettir. Ortalama bir üniversite öğrencisi insanlık tarihindeki ana dönüm noktalarından, sosyolojik hareketliliklerden, hatta günümüz politikasını şekillendiren örüntülerden haberdar değildir.
Öğrenci kitapları değil, genellikle öğretim üyesinin slayta (Power Point sunumu) çevirdiği ders notlarını okur, tek amaç sınavlarda başarılı olmaktır. Bu yaklaşım, gerçek üniversite eğitimiyle karşılaştırıldığında, olsa olsa orta öğretime denk düşer. Üniversite sadece meslek edinilen bir kurum değildir, oysa geldiği noktada sadece diploma üreticisine dönüştüğü de aşikardır. O nedenle diploma sahibi olmak eğitimin garantisi olmaz; bilakis eksik bilgi dünya görüşünü kalıplaştırır.
Düşünüp aslına varmak yerine ezberleme saplantısı
Buna karşılık okumamış gerçek bir cahil grubu da bulunur, bunların cehaleti ise okumamış olmaktan kaynaklanmaz, daha çok okumayı reddetmeleri, onlara öğretilenin dışında bir gerçek olduğunu kabul etmemeleri biçiminde tezahür eder. Annemi hiç sevemeyen sevgili babaannem bu duruma kısmen örnektir; Vasfiye “ayakta su içilirse suyun ayaklara gideceğine” inanırdı. O, dili bilmese de Kuran’ı Arapçasından okurdu, dolayısıyla içerikteki nimetlerden faydalanamazdı. Babaannem ben çocukken Hakk’ın rahmetine kavuştu; ancak anlamadığı dilden okutma durumunda bir değişiklik olmadı.
Bugün de Kuran kurslarında kutsal kitap Arapça olarak ezberletir. İşte bu da bir bağnazlıktır, gerçek anlama vakıf olanlar yok denecek kadar azdır, oysa kitap okunsun diye indirilmiştir ve zaten ”Oku! diye başlar. Kendini her şeye hakim zanneden diplomalı üstüncülerin neredeyse hepsi nasıl ileri derecede bağnazsa, anlaşılıp idrak edilmesi ve uygulanması için gönderilen kitabı anlamamak konusunda direnen sözüm ona dindar kesim de o kadar bağnazdır. Dolayısıyla bağnazlık aslında iki kutupludur, ortak sorunun dini inançla alakası yoktur, sorun “okuyup anlamamak, bütünü görmeye çalışmamak” konusundaki inattır.
Bir yöntem sorunu olarak bağnazlık
Nitekim geçtiğimiz hafta orta eğitim okullarına din görevlisi atanacağına dair haberler çok tartışıldı; ama sorun din görevlisi atanmasında değil ne öğretileceği, hangi konuda danışmanlık yapılacağındadır. Diplomalı üstüncülerin, evrimi destekliyor sanrısıyla pek de içten benimsedikleri genetik biliminin kurucusu bir rahiptir (Gregor Mendel). Buna karşılık Rönesans’ın oluşmasına çok çok büyük katkıları olan kişiler de El Kindî, Fârâbî, İbn-i Sina, İbn Rüşd gibi Müslüman filozof ve ilim adamlarıdır. Onlar akla güvenen, akıl ve pozitif bilimler yoluyla Tanrı’ya ulaşılabileceğini savunan düşünce akımının takipçileridir. Aristotales’in akılcılığını kullanılarak gerçeklere ulaşılabileceğini ve bunun Kuran, dolayısıyla İslam ile çelişmeyeceğini savunmuşlardır.
O halde mesele bağnazlık olunca aslında kimsenin diğerinin eline dökebilecek suyu yoktur.