Ben bu ülkeye “nedensiz” inanıyorum, peki ya siz neden inanıyorsunuz?

Aslında bu görüşlerimi uzun süreden beri sizinle paylaşmak istiyordum, ama konu sürüklene sürüklene bugüne kaldı. Bir yerde seçim arifesi olması gerekçesiyle iyi oldu, ama beri yanda hala açıklayamadığım gerekçeleri bulunmakta. Bu kez sözün özünü en baştan yazarak giriyorum, mesele şu; ben bu ülkeye hala inanıyorum. Zaten temel sorun da burada, ben bu ülkeye neden hala inanıyorum. Bundan yirmi yıl önce diyelim ki toyduk, bu ülkeye safça inanıyorduk, ancak aradan geçen zamanda, siyasi yönetimden tutun, sokaktaki adama kadar gelin, bu ülkeye inanmayı gerektiren geçmiş hariç elle tutulur veri bulunmamakta. Geçmiş onlarca devlet kurmuş bir tarih ve en sonunda yokluktan bağımsızlık ve cumhuriyet kurmuş bir millet, yani dünyada eşi benzeri görülmemiş bir destanlar zinciri. Ama beri anda baktığınızda, yarattığı uygarlık açısından seksen yıl öncesindekinden çok fazla ileri gidememiş vatandaştan ziyade, bir ümmet. Aslında inanılmaz çeşitli bir kültürler topluluğu, hani her biri aslında olağanüstü bir değerken, toplamda yaratılan işbirliği olması gerekenin çok gerisinde. Neden?

Bizim vatandaşımızın önemli özelliklerinden biri duygusal olması. Bu duygusallık içine kapalı ruh halinden kaynaklanmıyor, coşkuyu da üzüntüyü de gelgitler halinde derinden yaşıyor. Sevincin doruk noktası havaya ateş açılması, üzüntünün derin değeri ağıt yakılması. Ancak sevinç ve üzüntü ne olursa olsun içinde bulunulan durumun koşullarını değiştirme gücünü sağlayacak gücü (itkiyi) oluşturamıyor. Bir nevi Akdenizlilik, daha doğrusu Akdenizliliğin doğu yorumu. Dahası bu kendi şahsına münhasır duygu durumu, eğitimle üstesinden gelinebilecek bir özellik de değil, aklın be mantığın geri plana itilmesindeki temel açıklamalardan biri. Dinsel motiflerle yönlendirilebilir olsa bile, tamamen dizginlenmesi ve kontrol altına alınabilmesi olasılık dışı.

Bizim vatandaşımızın ikinci önemli özelliği birlikte çalışma becerisinden yoksun olması. Zeka ve yaratıcılık kapasitesi açısından olasılıkla bütün dünya milletlerinden üstün kapasitesi, birlikte çalışmak ve paylaşmak söz konusu olduğunda ayağına takılan en büyük engel haline geliyor. Herkes tek başına ne kadar çok becerebileceğinin, ne kadar çeşitli entrika çevirebileceğinin farkında olunca, işbirliği oluşturmanın güçlüğü de ortaya çıkıyor. Bu nedenle, ortak çaba ve bilincin yaratılmasındaki en önemli motif de olasılıkla ortak bir “düşman”ın varlığıyla ilişkili. Söz konusu ortak düşman ulusal egemenliği ya da ulusal “başına buyrukluğu” tehdit eder hale geldiğinde tabandan yayılan ciddi bir örgütlenme ve kenetlenme ortaya çıkıyor; ta ki ortak tehdit yok edilene kadar. Ortak tehdit yok edildiğinde ise olası en büyük tehdit olan “birbirimiz” ortaya çıkıyoruz ki, tarafların birbirini kontrol altına alması mümkün değil.

Bizim vatandaşımızın üçüncü önemli özelliği bir liderin ortaya çıkmasını beklemeleri. Milletlerin bir lider varlığında hareket etmeleri elbette çok daha kolay ve verimli, ne var ki yemeyip yediren, içmeyip içiren, başkasını kendinden daha çok düşünen, toplumu ketlemeyip kenetleyecek, üstelik bilgi ve görüş sahibi bir liderin ortaya çıkma olasılığı birkaç yüzyılda bir olunca, bize beklemek kalıyor. En büyük şansımız bu liderlerden sonuncusunun bize denk düşmesidir. Nitekim ondan sonrasında örülebilen demir ağ ve kurulabilen tunç siper miktarı da fazlaca artamadı.

Bizim vatandaşımızın dördüncü önemli özelliği vatanını gerçekten sevmesi, üstelik bu duyguda son derece “arı” olmasıdır. Bu özellik gerçekten “arı”dır, koşulsuz bir sevgi, ancak beri yanda somut ifadelere de nadiren dönüşür. Çıplak alanları ağaçlandırma hedefi gütmez, çevre bilincinden pek nasibini almaz, kazanılmış toprağın nimetlerinden faydalanır, lakin sürdürülebilir bir vatan-vatandaş ilişkisini hedeflemez. Faydacıdır, ama fayda vermez. Bunun soylarımızın çoğunun göçebe olmasından kaynaklandığına asla inanmıyorum, olsa olsa “doğanın sonsuz cömertliği” inancının bugüne yansımasıdır.

Bizim vatandaşımızın özelliklerini sayıp uzatmak mümkün. Ancak yukarıda açıklamaya çalıştığım dördü bile, herhangi aklı başında birinin bu ülkeye inanmaması için temel gerekçe sayılabilir. Zaten benim bulabildiğim tek yanıt da benim bu ülkeye “nedensiz” inandığım. Simdi izin verirseniz aynı soruyu size soruyorum (cevaplar benim için gerçekten çok önemli). Ben bu ülkeye “nedensiz” inanıyorum; peki siz bu ülkeye neden inanıyorsunuz?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir