Geçtiğimiz hafta sonu Antibiyotik ve Kemoterapi Derneği’nin yıllık toplantılarının yirmi ikincisine katıldık. ANKEM Kongreleri, söz konusu cemiyetin kurucusu merhum Prof. Dr. Enver Tali Çetin’e çok şey borçludur. Önceleri sadece antibiyotik tedavisi üzerine yoğunlaşan bu toplantılar, eğitim ihtiyacının klinik uygulama alanında yoğunlaşması üzerine klinik eğitim toplantılarına dönüştürüldü ve etikten bilimsel düşünceye kadar tıbbın ayrılmaz pek çok unsurunu da kapsar hale geldi. Bu yılın en önemli konuşması da Prof. Dr. Emin Kansu tarafından verilen “Bilimsel Düşünce ve Bilim Etiği” konferansıydı.
Prof. Dr. Kansu Hacettepe Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü’nde Temel Onkoloji Bilim Dalı Başkanı, yanı sıra TÜBİTAK ve Türkiye Bilimler Akademisi üyesi. Kansu sözlerine “Bilim ve teknolojide nerelerdeyiz, neden yavaş gidiyoruz, edebiyat Nobel’i beni çok düşündürdü, ama neden edebiyat dışında başka Nobel alamıyoruz?” şeklinde başladı. Bakın Kansu bilimsel platformdaki yerimizi nasıl değerlendiriyor: “Bilimsel düşünce deyince her şeyi sorgulayan biri olmamız gerekiyor. Daima yeni anlayışlara yönelmemiz gerekiyor. Oysa doğu toplumları “kabullenici toplumlar”, her önüne çıkanı, her bulguyu da kabul etmemek gerekiyor. İkinci önemli unsurun da özgür düşünce, “hoca kızar, sakın söyleme” dediğimiz düşünce özgür düşünce değil. Özgür düşünmediğiniz zaman yaratıcılık da olmuyor, bu durumda özgür düşünce belli kalıplar içinde düşünmeyen ve bu sayede yeni şeyleri bulan kişi oluyor.”
Prof. Dr. Emin Kansu’nun anlattıkları
“Buna göre Yugoslavya’dan Çin’e kadar kabullenici düşünce hakim. Bizde ya meraka dayalı ya da amaca yönelik araştırma yapıldığı için yeni buluş ortaya çıkmıyor. Böylece bilimsel araştırmalar yönden keşfe yönelik çalışmadığımız için buluş yapılmıyor. Batı dünyasında “buradan nereye giderim” diye düşünülüyor. Oysa biz yemek saatlerinde konuştuklarımızla ve sohbetle yetiniyoruz. Bunda hayal gücü yok, bu nedenle de buradan büyük buluş çıkmıyor. Bilim toplumlarına baktığınızdan bizden zeka açısından farkları yok, ama zekasını eğitimiyle daha yeni şeyleri bulmakta kullanabiliyor. Einstein’ın bir sözü var “bunları başta biliyor olsaydım, buna araştırma denmezdi” diyor. Oysa bizde yapılanların çoğunun sonuçta ne çıkacağını zaten biliyoruz. Biz hala makine ve kas gücüne dayalı sanayi toplumunun ortasındayız. İnsan beyni ile yeniyi bulan toplumlar bizi fersah fersah aşıyor. Ar-Ge için zaten çok kaldık, bunu yapamazsanız know-how’a da ulaşamazsınız. Siz teknolojiyi yukarı çıkarmazsanız bilgi üretimi de yapamazsınız. Şimdi sıkıntılardan bir tanesi, bilimin üç şekli var, biri kuzey Amerika ve Kanada’nın kullandığı bizim düşünmediğimiz bilim “Akli Bilim”, ikincisi Nakli Bilim, “der ki-der ki”, üzerine kurulu, nakil olduğu için de rahatlatıcı, beyin yorulmuyor”. Kansu bilimin üçüncü biçimini esprili bir şekilde “Nakdi Bilim”, yani paraya dönüşme kaygısıyla uygulanan bilim olarak tanımlıyor, sanırız ülkemizdeki bilimin en yaygın uygulama alanlarından biri de bu.
Ar-Ge’ye ayrılan pay açısından dünya sonuncusuyuz
Nobel tıp ödüllerinin dağılımına bakıldığında ABD’nin yüzde 53’ünü almış olduğunu, dünyadaki Ar-Ge harcamalarına bakıldığında ise Japonya ABD’den de önde. Türkiye’nin Ar-Ge harcamaları ise kısa süre öncesine dek binde 6 seviyesinde idi. Avrupa Birliği Bakan Ali Babacan’a Ar-Ge harcamalarının yüzde 2’nin üstüne çıkmadığı sürece adaylığın söz konusu olamayacağını bildirince devlet bütçesinden TÜBİTAK’a sıcak para aktarılıyor. TÜBİTAK fonlarındaki artışın nedeni bile bizim Ar-Ge inancımız değil, AB’nin diretmesi. Buna karşılık umut verici başka gelişmeler de yaşanıyor, bilimsel yayın açısından bakıldığında son yıllarda ciddi bir ivme kazandığımızı, üniversiteler sıralamasında Hacettepe ve İstanbul Üniversitesi’nin ilk 500’e girdiğini görüyoruz. Dünyada “inovasyonda” ilk iki sıradaki ülke İsviçre ve İsveç, Türkiye ise en sonda yer alıyor. En önemli sıkıntımız ise doktoralı araştırmacıları fazla önemsemememiz. Doktoralı öğrencilere ya fazla maaş vermiyoruz ya da olanak sağlamıyoruz. Tam zamanlı araştırmacı AB’de 1.150.000, Türkiye 24.000, bilim ve teknoloji gerekli öncelikte değil, toplum talep etmiyor, yabancılar zaten teknolojileri kendilerine ait olarak üretiyorlar, know –how temelli üretim teknolojisi yok. Sözün özü, Ar-Ge konusuna gereken önemi vermiyoruz.