Dünya tarihinde eski belgelerde yer alıyor olmakla bugün nerede oldukları bilinmeyen çok sayıda uygarlık bulunmaktadır. Bu uygarlıkların adı en çok bilineni kuşkusuz Atlantis’tir. Atlantis adı çok sayıda eski belgede geçer, bunlar içerisinde Eski Mısır kökenli papirüsler de bulunmaktadır, tarihi kayıtlar Mısırlıların milattan önce 1200’lerde Atlantislilerle savaş yaptıklarını anlatır,
Atlantis’in nerede olduğu bugüne kadar anlaşılamamıştır, ancak daha ilginç olan bir ada devleti olduğu ve denizcilikte ilerlemiş olduğu varsayılan bu ülkenin zaman içerisinde batmış olduğudur. Bir adanın nasıl batacağı merak konusu olabilir, bunun olasılıkla iki açıklaması bulunmaktadır, ada batmamış, suların yükselmesiyle denize gömülmüştür, ikini olasılık ise adanın gerçekten volkanik hareket sonucunda toprak çökmesine bağlı olarak ortadan kaybolduğudur. Mu kıtası ve uygarlığını Atlantis’in de temeli gören James Churchward, söz konusu kıtaların batışını sismik etkinlikle açıklar. Bu batma kuşkusuz bir anda olmamış, dönem dönem yaşanan felaketler sonucunda kıta tamamen ortadan kaybolmuştur. Başka kaynaklar ise söz konusu felaketlerin milattan önce 3100, 2200, 1628 ve 1198 olarak verir. Gerçekten de, değişik kaynaklı tarihi kayıtlara bakıldığında ya da biyolojik veriler incelendiğinde dünyanın yakın tarihinde bazı ciddi felaketler olduğunu gösteren veriler bulunmaktadır. Tarihi kaynaklar ve ağaçların büyüme halkaları gibi veriler bu felaketleri doğrulamaktadır. Söz konusu felaketlerin nedeni olarak da dünyanın çok yakınından geçen kuyruklu yıldızlar gösterilmektedir.
Modern jeolojinin kurucusu olarak kabul edilen Lyell jeoloji biliminin doğuşu olarak kabul edilen Jeolojinin Prensipleri (1830-1833) adlı kitabında jeolojik değişikliklerin, yani sıradağların oluşması ya da kıtaların kayması gibi hareketlerin milyonlarca yıl içerisinde yavaş yavaş oluştuğunu kabul eder. Lyell aslında jeolog değil avukat olsa da, jeolojiye olan derin ilgisi onu konunun uzmanlığına taşımıştır. Ortaya koyduğu bu teori de daha sonraları tartışılmaksızın kabul edilmiştir. Ancak bu durumun yegane gerçek olduğu kuşku götürür. Bu alanın saygın dergisi Geology’de yakın zamanda yayınlanan bilimsel bir araştırma ABD’deki Heart dağının 50 milyon yıl önce lavların ısıtarak yükselttiği basınç nedeniyle saatte 200 km hızla bir başka noktadan bugünkü yerine kaydığını göstermiştir. Araştırmayı yürüten Weizmann Institute of Science’tan Aynat Aharonov Heart dağının dikey çatlaklarından dibe indiğini, dipteki suyun ısınması sonucunda yükselen basıncın büyük bir enerjiyi aniden serbest bıraktığını ve dağı kaydırdığını ileri sürmektedir. Aharonov’a göre tek yer değiştiren dağ ABD’de Montana ve Wyoming eyaletleri sınırındaki Heart değildir. Öngörülere göre Kanarya Adaları da yer değiştirebilir ve görülmedik şiddette tsunamiye neden olabilir. Modern bilim kaynaklarında yer bulmuş olan bu çalışma Lyell’in teorisinin yanlış olabileceğini ortaya koymaktadır.
Atlantis’in nerede olduğuna ilişkin en önemli veriler yine tarihi kayıtlarda yer almaktadır, buna göre Atlantis Herakles Sütunları’nın, yani Cebelitarık boğazının ilerisinde bir yerdedir. Bu konuda araştırma yapanlar, Atlantik okyanusuyla olan isim benzerliğini de dikkate alarak Atlantis’i okyanusun ortasında büyük bir kıta olarak tanımlamışlardır. Okyanusun ortasında olmasının açıklamayı kolaylaştıracağı birkaç durum vardır, bunlardan birincisi kıtanın ya da adanın batmasıyla birlikte buradan dünyaya dağılan kültürlerin okyanusu nasıl aştıkları sorunu çözümlemektedir, ikincisi denizci bir kavim oldukları savını da desteklemektedir. Zira bütün tarihi veriler Atlantislilerin zaten denizcilikte çok ileri bir ülke olduğunu ortaya koymaktadır. Dahası Piri Reis haritalarında yer alan dünyanın buz devri öncesindeki coğrafya verilerinin de bu denizci kavimden kalan haritalardan kopyalanmış olduğu kabul edilmektedir. Piri Reis haritalarında gösterilen yerler bugün bile buz tabakası altındadır. Ancak okyanus tabanının araştırılmasından sonra ortaya çıkan veriler, Atlantik okyanusunun dibinde tam orta hatta kıyı şeridine paralel seyreden Atlantik tabanı sıradağlarının bulunduğunu göstermiştir. Bu sıradağların yanı sıra, Güney Amerika’nın doğu kıyıları ve Afrika’nın batı kıyılarının toprak yapısı birbirine tamamen benzerdir. Dünyanın erken oluşum evresinde bütün kıtaların bileşik olduğu “tek kıta” (pangea) teorisini ve sonradan kayarak ayrıldıkları görüşünü doğrulamaktadır. Peki ama okyanus tabanında böyle bir sıradağ varsa, Cebelitarık’ın ilerisinde olduğu varsayılan Atlantis nerede yer almaktadır?
Size iyi bir jeolojik atlas arayışımdan söz etmiştim, bunu nihayet edinme şansım oldu. Hem Prof. Dr. Faik Sabri Duran’ın hem de Philip’in atlasları deniz derinliklerini yeterince detaylı vermekte. Atlas okyanusunu incelediğinizde söz konusu sığlaşma sadece Portekiz’in batısındaki Azor adalarında ve Afrika’nın batısındaki Kanarya adalarında ortaya çıkmaktadır. Ancak bu bölge bir kıta olamayacak kadar küçük bir sığlığı kapsamaktadır. O halde reddedilmesi gereken ana varsayım da Atlantis’in bir kıta olmadığı, büyük bir ada olduğudur. Varsayımı destekleyen bir diğer önemli bulgu da yukarıda anlatıldığı gibi (varsayımdan bağımsız bilimsel bulgudur) Kanarya adalarının bir zamanlar ciddi bir sismik aktivite yaşamış oldukları ya da yaşayabilecekleri varsayımıdır. Açıklanması gereken tek konu ise “zaman” olarak kalmaktadır, yani söz konusu jeolojik değişikliklerin 50 milyon yıl önce değil, beş-on bin yıl önce yaşanmış olması olasılığı.
Atlantis’ten çıkan kavimlerin Stonehenge, Gize piramitleri gibi megalitik eserlerin mimarları olarak kabul edilmektedir. Daha önce bu eserlerin neden ve nasıl yapıldıklarının anlaşılamadığını pek çok defalar yazmıştım. Ancak okuduklarımın kişisel analizi artık bu sorulara da cevap bulunabileceğini gösteriyor. Bir tek eksik kalıyor, sizinle paylaşmadan önce en azından Mısır’ı gidip görmek.