Bilinmeyenin sınırları: Zihinsel süreçlerin açıklanamayan halleri

İnsanoğlunun yaklaşık 7 milyon yıl sürdüğünü varsaydığımız gelişim döneminin son iki milyon yılı görünüm olarak bize benzer “insanımsılar” halinde geçmiştir. Bu dönemde beyin bize en yakın olduğu varsayılan şempanzelerdeki 650 mililitrelik hacminden yaklaşık 1300 mililitreye, yani günümüz insanının beyin boyutlarına ulaşmıştır. Var olan fosil bulguları gözden geçirildiğinde, beynin bugüne yakın hacminin birkaç yüz bin yıldan daha geriye gitmediği görülmektedir. Bununla birlikte insanın becerileri beynine paralel olarak gelişmemiştir. 2 milyon yıllık sürecin büyük bölümü yongalardan yapılan basit el aletlerinin kullanımıyla sürdürülmüştür. Derken nasıl olmuşsa olmuş son 10 bin yılda insanoğlu ani bir sıçrama yaparak yerleşik tarım, madencilik gibi gelişmenin temel unsurlarını başlatmıştır. Bu süreç için de insanı insan yapan en önemli unsurlar olan bilinç ve dilin gelişimi de tedrici değil, sıçramalı bir süreç izlemiştir. Bilincin gelişiminin göstergesi olarak sanatın ortaya çıkışı kriter olarak alınırsa, en eski mağara resimleri 30-35 yıllıktır. Söz konusu resimler daha çok Avrupa’da bulunmaktadır ve resim tekniği olarak son derece yetkindir. Bütün bunlar dikkate alındında görülen şudur ki, zihinsel gelişim süreci 7 milyon yıllık serüvenin sadece son 30 bin yılını kapsamaktadır.

İnsan bilincinin ve zihninin nasıl işlediği konusunda kesin değil, hemen hemen hiçbir şey bilinmemektedir. Bu özellikler insanı hayvanlardan ayıran başlıca faktörlerdir. Hayvanlarda zihin ve bilinç olduğunu ileri sürebileceğimiz bazı özellikler bulunsa da, insanla karşılaştırılamayacak düzeylerdedir. En gelişmiş maymunlar da bile kendini tanıma (örneğin ayna görüntüsünün “kendi” olduğunu bilme) hemen hemen yok denecek kadar kısıtlıdır. Maymunlar ve diğer hayvanlar hiyerarşik bir aile yapısı sürdürürler, dil söz konusu olmasa da bir yere kadar anlaşıp, hatta eğitilirlerse sesli komut öğrenebilirler. Buna karşılık karmaşık zihinsel süreçler geliştirmeleri söz konusu olamamaktadır. Dolayısıyla insanı hayvanlardan ayıran ana unsurlardan biri bilinç, öğrenme gibi zihinsel süreçlerin çok gelişmiş olmasıdır.

Bilinç ve öğrenme başlı başına çok ilginç yetilerdir ancak esas ilginç bulgular bu süreçlerin klasik psikoloji ötesinde incelenmelerinde ortaya çıkmaktadır. Bu süreçlerin en önemlilerinden biri kolektif bilinç olarak adlandırılan durumdur. Kolektif bilinç, bilincin birey dışında toplumsal olarak da oluşabileceği durumudur. Konuyu en azından bir örnekle açıklamaya çalışayım. Bir kağıt üzerine çok sayıda, ancak kolay ayırt edilemeyecek yüzler çizilmiş ve bunlar Avustralya’da yaşayanlara gösterilerek “kaç tane oldukları” sorgulanmış, 60 civarındaki yüzden seçilebilen sayısı hayli düşük olduğundan, verilen rakam da çok düşük olmuştur. Derken resim İngiltere’de gösterilmiş ve bu kez kaç yüz olduğu söylenmiştir. Söz konusu resim daha sonra yine Avustralya’da gösterildiğinde, bildirilen tahminler çok daha isabetli hale gelmiştir. Buna benzer örnek, coğrafi açıdan farklı yerlerde yaşayan hayvanlarda, bir grubun yeni bir alışkanlık geliştirmesi durumunda, diğerlerinin de öğretilmeksizin bunu kazanması şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bu fenomenin klasik psikoloji açısından mantıklı bir açıklaması yoktur..

Bir diğer ilginç saptama ise “eşzamanlılıktır”. Eşzamanlığın kuantum fiziği açısından bir örneği, size daha önce yazmış olduğum EPR paradoksudur. Buna göre aynı kaynaktan çıkan fotonlar, mekandan bağımsız olarak aynı davranışı gösterirler. Bilinç olarak eşzamanlılık ise bir şeyin düşünülmesi ile “vukuunun” aynı zamanda olmasıdır. Bunun en basit örneği “tam aklınızdan geçirdiğiniz birinin o sırada telefonla aramasıdır ya da yıllardır görmediğiniz birini aklınıza getirip aynı gün karşılaşmanızıdır. “Akıldan geçme sırasında karşılaşma” olgusunun rastlantısal olmadığını gösteren pek çok örnek ve deneysel çalışma mevcuttur. Bunun bir başka ifadesi belki telepati, yani düşünsel ilişki olabilir. Telepati bir başkasının aklından geçenleri ya da ruhsal durumunu konuşmaksızın, görmeksizin kestirebilmektir. Telepatik ilişki için aynı mekanda olunması da gerekli değildir. Bunun bir ileri aşaması ise düşünüldüğünün ya da gözlendiğinin hissedilmesidir.

Yukarıda anlattığım örneklere eklenecek çok sayıda başka örnek bulunmaktadır. Öte yandan daha önce yazdığım gibi hafızanın beyinde nasıl depolandığına dair geçerli bir teori bulunmamaktadır. “Nöronal plastisite” olarak adlandırılan “sinir hücreleri arasındaki bağlantıların değişmesi” hipotezi doğrusu en prematür haliyle bile kanıtlanamamıştır. Reenkarnasyonu da kapsayan bu çok sayıda örneği ve benim size sunacağım modele gelecek hafta değineceğim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir