Geçen haftadan kalan spekülatif iki soruyla devam edeceğiz. Biz gerçekten kulaklarımıza fısıldanan kadar proteini her gün düzenli yemek zorunda mıyız, yemesek bile kas kaybından zafiyet oluşmadığına göre bu sorunun yanıtı “hayır” görünmektedir. Mevcut ortamda birey başına günde değil iki yüz gram, yüz gram et yemek olasılığı bile düşüktür. Bizim beslenmemiz daha çok sofra yemeklerinden oluşur, etten zengin yemekler ya misafir ya da bayram sofralarının seçeneğidir. Çok daha fakir kesim için bir varsayıma gidersek, durum bizde buysa, onların sofralarında da yeterli et olamayacağını tahmin edebiliriz. İşin içine bir de hiç et sevmeyen çocuklar, vejetaryen takılan seçiciler, hatta vegan olanlar tarafı var ki, bunlarda da sarkopeni düzeyinde kas kaybı ortaya çıkmaz.
Bu gözlemler açıklanması zor bir “havadan azot emme ve bunu karbon iskelete ekleme” becerisine işaret eder. Doğal ortamda yetişen hayvan da sadece otlayarak süt verebildiğine göre oluşturduğu proteinlerin azotunu nereden bulur? Hayvan meradan otu yer ve işkembesinde mayalanmaya bırakır. Ara bir içeriği ağzında geri çekerek durmadan akan salyasıyla karıştırır ve tekrar yutar. Bu işlev silsilesi işkembedeki mikroorganizmaların amino asit sentezlemeleri için yeterlidir, ama azot havadan tutulmak zorundadır, üstelik bu enerji gerektiren bir işlevdir, insan ya da hayvan metabolizmasının bilindiği kadarıyla böyle bir özelliği yoktur.
Bitkiler beceriyor, bizde neden olmasın?
Bu Havadan madde kazanma özelliğinin en iyi bilineni bitkilerin havadaki karbondioksiti alarak şeker ve selüloz sentezlemeleridir. Bizim protein kaynağı olarak tükettiğimiz baklagillerde ise işlev kökteki bakterilerce yapılır, yani bitkinin kendisi yapmaz, ama kök bakterileri bu şekilde toprağın azot içeriğini de zenginleştirdiklerinden dönüşümlü tarımın esasını oluşturur. Anlaşılan insan ya da hayvanda da bu kök bakterilerine benzer bir durum olmak zorundadır.
Ben konunun bilimsel anlamda irdelenmiş olup olmadığını çok araştırdım, ama bir şey bulamadım. Bu araştırma aslında çok zor değildir, ama kısmen radyoaktif azot gerektirir ve kısmen de ölçek sorunu yaşar. Deneyin prensibi hayvanın soluduğu havaya verilen azotun bir şekilde (radyoaktif demememin nedeni bu) işaretlenmesine dayanır. Eğer havadan alınmadığı düşünülen bu azot hayvanın sütü ya da eti içerisinde saptanırsa o zaman havadan azot almanın mümkün olduğu da kanıtlanır. Ne yazık ki bu gibi bir araştırma yapılmamış görünmektedir.
Akciğerler için yeni bir işlev mi?
İnsan ya da hayvan vücudundaki bakterilerin aynen bitki kök bakterileri gibi davrandıklarından daha önce de söz etmiştik, böyle bir işlev gerçekleşiyorsa olası aday organlar nispeten çok incelenmiş olan bağırsaklardan ziyade solunum sistemi bakterileri olacaktır. Solunum sisteminin de kendine özgü bir bakteri topluluğu vardır ancak teknik nedenlerle araştırılması zordur.
Bu nedenle önermenin ispatı dolaylı olmak zorundadır:
- Mesela kronik akciğer dokusu kaybı ile giden hastalar avurtları çökerten bir kas kaybına uğramakta mıdır?
- Akciğerleri bitiren verem gibi hastalıklarda acaba akciğerin bu işlevi mi etkilenmektedir.
- Peki doğru düzgün et yiyemedikleri iddia edilen dağ köylerinde ya da ücra bölgelerde yaşayan çocukların al yanaklı sağlıklılık durumu acaba bu yetilerinin yüksek olmasına mı bağlıdır?
Aklınız karıştıysa ne ala, bilim sorgulamak demektir.