Doktorun makbulü notu yüksek olan değil mesleği iyi bilendir

Tıbbın içerisine düştüğü en önemli açmaz yeni yetişen doktor kalitesindeki düşüştür. Burada kastımız doktorların kişilik kaybı değildir; insani kalitelerinde bir sorun olmadığını en azından karşılaştığımız meslektaş adaylarında görüyoruz. Ancak tıp da diğer pek çok alan gibi bilginin ötesinde deneyime tabidir. Doktorun bütün sınavlardan başarıyla geçmesi, iyi bir not ortalamasıyla mezun olması mesleki yeterliliğini garanti etmez. Aynı yaklaşım alakasız gibi görünse de mühendislik, öğretmenlik, garsonluk gibi alanlar için de geçerlidir. Meslek erbabının o işin kurallarını kitabi bilgi olarak biliyor olması, aynı beceriyle uygulayabileceği anlamını taşımaz.

Doktorun kalite kriteri doğru tanı koyup gereken tedaviyi uyguladığında eriştiği başarıdır. Ne var ki süreç zamana yayıldığından gözlemlenmesi zordur. Üstelik kamu koşullarında tedavi görmeyi seçen bir hasta, resmi otorite her ne kadar “hastanın doktor seçme hakkı vardır” dese de o gün poliklinikte hangi doktor varsa onunla muhatap olacaktır. Hastaneye gitme sıklığı azaldığında hastanın başka bir doktor tarafından görülmesi olasılığı artar. Yeni gelen doktor genellikle bir öncekinin bıraktığı notları esas alır, dolayısıyla hata yapılmışsa doktor değişse de devamı gelir. Üstelik kalite kaybının geçmişi uzundur, en az on beş yılı kapsayan bir deneyim kaybı söz konusudur. “Giderlerse gitsinler” denildiğinde gülümsememizin nedeni de budur.

Kalp vakfı da beceremezse…

Başımıza gelen olayı anlatarak devam edelim. Seksen yaş civarı yakınımız ani ortaya çıkan halsizlik nedeniyle bir kalp vakfında tetkik edildi, klinik karar verilemediği için (bunun bir kalp vakfı olduğunu tekrar hatırlatalım) holter denen ritim kayıt cihazı takıldı. Sonunda ritim bozukluğu var denilerek başlanan ilaçlar bir şeyi değiştirmediği gibi durumu daha kötüleştirdi. İşte bu durumda mecburen işin erbabına gitmek zorunda kaldık. Bir saati aşan bir muayene, bizatihi yapılan ekokardiyografi ve önceki holter verileri yeniden gözden geçirildiğinde ritim bozukluğu dışlanmakla kalmadı, kalp yetersizliği tanısıyla yapılan tedavi mükemmelen işledi, yani hasta normal yaşamına döndü. Hastayı görenler hep kardiyoloji uzmanlarıydı, teknik alet edevat da vardı, peki neden böyle oldu? Elbette klinik deneyim eksikliğinden.

Sorun yerel değil küresel

Bu durumun sadece Türkiye için geçerli olduğunu, dolayısıyla bir siyasi meselenin uzantısı olduğunu da sakın düşünmeyin, hiçbir alakası yok. Bu klinik yetersizlik meselesi küresel, Avrupa şu sıralar tıbbi yetersizliğinin doruğuna tırmanmakta, onca imkan ve şatafatlı hastanelere karşılık insandan anlayan hekim yetiştiremediklerinden sadece kozmetik nedenlerle değil, klinik nedenlerle de Türkiye’ye talep artmakta. Gözlemi gelen maillerle doğrulamam mümkün oluyor, Almanya, İngiltere, Fransa, seriyi uzatmak mümkün, mesleğine hakim doktor konusunda çok büyük sıkıntı çekiyorlar.

Geçen haftanın son cümlesini o nedenle tekrarlayayım, kendinizi gereksiz yere kurcalatmayın, bunca tetkiklerle bir şey bulunduğunu sanabilirsiniz, ama tıbbın arayışı sorunu ortadan kaldırmak değil, bilakis elindekileri pazarlamak; boş dönmeyeceğinizi garanti edebiliriz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir