Tarih sahnesi irili ufaklı pek çok devletin zaman zaman tirat çığırdığı unutulmaya mahkum bir mekandır. Bu ortamda uzun süreli hakimiyet kurabilmek ayrı bir beceri ister görünmektedir. Bizim coğrafyanın hakimiyet algısı genellikle askeri güçle sahiplenilen bölgenin vergiye bağlanmasıdır. Bu yaklaşımda Roma’dan bu yana ciddi bir değişiklik olmaz. Ama tarih sadece askeri güç ile kalıcı hakimiyet kurabilmiş bir devlet yoktur. Yapı çok büyüdüğünde içine kattığı unsurlara bir birliğe aidiyet vurgusunu kazandırmazsa, sonunda dengeyi sağlayan diğer gücün ağırlık noktasına tabi olur. Yeni denge artık hantallaşmış kütleyi bileşenlerine ayırır. Nasyonal Sosyalistlerin İkinci Dünya Savaşı’na sürüklenen ari ırkı düşüncesini bile saysanız, bugüne dek yeryüzünün bütününü aynı ulus yönetimi altında toplamak, herkese aynı ülküyü kazandırmak mümkün olmamıştır. Bu yaklaşım farklı tonlardan birinin rezonansa girip güçlenmesi gibidir, sonunda kaçınılmaz biçimde onu üreten mekanizmanın da parçalanmasına neden olur. Ne kadar muktedir imparatorluk olursa olsun, denge değişikliğinden etkilenmeden çıkamaz, bileşenlerine bölünür.
Birlik kurmanın yeni biçimi olarak ticaret
Kültürler arasında uzlaştırılamayan farklılıkları birbirine iliştirmek için en iyi yapıştırıcı unsurun din olduğunun keşfedilmesi yeni değildir, kökleri Doğu Roma İmparatorluğu olarak da betimleyebildiğimiz Bizans’a dek gider. İmparatorluk sonunda Hıristiyanlığı resmi din olarak kabul eder ve Pagan dönemin izlerini silmeye çalışır. Putların yıkılmasının (ikonoklastik) ardından yeni din kabul görür, ama İmparatorluğun din yapıştırıcısı ile de bir arada tutulamayacağı anlaşıldığında dine biçilen yeni misyon devlet yönetimlerinin meşruiyetidir. Böylelikle Vatikan doğar, din dışındaki ikinci birleştiriciyi erken fark eden Kuzey Avrupa ve Büyük Britanya bunun dışında kalır (din öyle ya da böyle önemli bir unsurdur, tümden reddeden Doğu Bloku bile dağılmasının ardından aynı şemsiye altına girer).
Rönesans ve keşifler çağı Avrupa’nın hem yayılma hem de zenginleşme dönemidir. Bu amaçla yapılanların gerçek dini öğretiyle bir alakası yoktur, bu durumda dinin yeni misyonu “fetih” adına yapılanların onanması olur. İstila edilen ülkeler bir yandan sömürgeleştirilirken, beri yandan toplumları da din zemininde dönüştürülür. Eski yayılmanın fetih dinamiği sadece askeri güçtür, yeni yayılmanın fetih dinamiği sömürmedir. Ne var ki Avrupa bir süre sonra savaşların yeterince ekonomik olmadığını anlar. Savaş zorunlu koşullarda başvurulması gereken seçenek olmayı sürdürürken, yakın zamanın yayılma dinamiği ticari birlikler olacaktır (paranın dini-imanı yoktur). Eski zamanlarda askeri güce dayalı genişleyen devletler artık ticareti delege edebildikleri ölçüde başka kültürlerle karşılıklı işbirliği çerçevesinde güçlenirler.
Kozmopolit yapının permakültür etkisi
Kurulma ve dağılma döngüsünün hikayelerine her ne kadar tarih öğretisi adı verilse de ortaya çıkan yeni sonuç tarihin sınırlarını geçer. Zira birliklerin kurduğu kültürler farklıdır, bunlar üstüne konanlarca dağıtılmaz ya da yağmalanmazlarsa yaşamaya devam eder, artık karma bir kültürden bahsedilir. Çeşitlilik aslında derinliğin artması için olumlu bir katkıdır, karşılıklı etkileşimler fetihler döneminden icatlar dönemine geçişi sağlar. Kozmopolit ortamlar aynen parmakültür gibi daha fazla sürdürülebilir ve üretkendir, böylelikle Tesla doğar. Afrika’dan işgücü niyetine getirilenler beraberlerinde hüznü taşıdıklarından (haklarını geri almaları hep gecikse bile) “blues” ortaya çıkar.
Olan biten çoğu kez içinde yaşayanlar tarafından algılanamaz, bu da zamanın gebeliği kavramını açıklar.