Sağlık Bakanlığı 15 Şubat 2010 tarihinde bir SUT yayınlayarak diyabet tedavisinde çok önemli yeri olan bazı ilaçların kullanımlarına yeni bir düzenleme getirdi. Buna göre üstünlüğü bütün dünyada kanıtlanmış yeni kuşak diyabet ilaçlarının bir kısmı “endokrinoloji, iç hastalıkları ve aile hekimliği uzman hekimlerince veya bu hekimlerce düzenlenen uzman hekim raporlarına dayanılarak tüm hekimlerce reçete edilebilecek. Bazıları sadece endokrinoloji veya bu uzman hekim raporu ile endokrinoloji veya iç hastalıkları uzman hekimlerince reçete edilebilecek. Bazıları ise raporsuz olarak endokrinoloji uzman hekimlerince ya da endokrinoloji uzman hekim raporu ile yalnızca bu uzman hekimlerce reçete edilebilecek”.
Biraz bilmece gibi oldu, lütfen bağışlayın, ama durumun meali şu: “Aylık ilaç maliyeti hasta başına 45-60 TL arasında olan ilaçlarda, illa ki bir endokrinoloji, iç hastalıkları uzman ‘kaşesi’ istiyoruz”. Peki bunu neden istiyorlar, olasılıkla ilaç harcamasını azaltmak için. Peki bu ilaç harcaması daha 4 Aralık 2009’da, endüstriye “3 milyar TL’ye bir bardak su içirilerek” azaltılmadı mı? “Olsun, daha da azaltalım”. Peki neye binaen azaltalım? Cevap son derece açık, “ilaç reçete edilmesinde gerekli prosedürü ne kadar artırırsak, ilaca erişebilen hasta sayısı da o kadar azalacaktır. Bu hastaların bir kısmı ya ilacı cebinden alacaktır, ya da hiç almayacaktır.
Amaç tedavi mi, yoksa iç turizmi mi canlandırmak?
Peki bu durumda ne olur? İlacını kullan(a)mayan hastalarda şeker koması gibi komplikasyonlar ortaya çıkmaya başlar. Bugünkü rakamlara göre, Türkiye’de 3.5 milyon diyabet hastası bulunmaktadır. Bunlara diyabet eğiliminde olanları (açlık kan şekeri yüksek) da katarsanız rakam 6 milyona ulaşmaktadır. Tahminlere göre Türkiye diyabet hastalığına yılda 2.5 milyar dolar harcamaktadır, bu harcamanın sadece yüzde 8’i ilaç kalemidir, geri kalanı ise ilaçları düzgün kullanamamak başta olmak üzere, ortaya çıkan komplikasyonların (ayak ülserleri, uzuv ve görme kayıpları, bakım vb.) tedavisi için harcanmaktadır. Türkiye’de diyabet hastalarının yüzde 60’ı tedavide istenen hedeflere zaten erişememektedir. Bunun göstergesi olan HbA1c düzeylerinin ortalamasının 10.5 olduğu iddia edilmektedir (istenenin neredeyse iki katı). Bu rakam “tedavi hedefleri” açısından değerlendirildiğinde “tam bir kepazelik”tir, Türkiye’de diyabet tedavisinin yapılamadığı anlamına gelir.
Diyabet çok ciddi bir toplum sağlığı sorunudur. Bu hastalığın ortaya çıkmasında esas faktör hatalı beslenme ve obezitedir. “Hadi bunları düzenleyemiyoruz, bari tedaviyi düzgün yapalım” desek bile ne mümkün. Hastaların ilaca erişimleri özellikle Anadolu’da olası değildir. Zira Türkiye’deki toplam endokrinolog sayısı birkaç yüz geçmezken, Anadolu şehirlerinde endokrinolog bulunmasını, bulunanların nüfusun ihtiyacını karşılamasını nasıl beklersiniz. İlaç ihtiyacı olan vatandaş mecburen komşu ile gitmek durumundadır, bunun için her ay yapılacak harcama ilacın kutu fiyatına yakındır.
İlaç Eczacılık Daire Başkanı olmanın kriteri nedir?
Sağlık Bakanlığı’nın SUT uygulamalarının bir diğer meali de “pratisyen doktorlar bu işi zaten bilmez, mutlaka endokrinolog lazım” şeklindedir. Yani “tıp eğitimi yetersiz olanlara diploma verilerek doktor çıkartılamayacağını” Sevgili Sağlık Bakanım da kabullenmiş görünüyor. Peki İlaç Eczacılık Daire Başkanı arkadaşlarımızın (iyi niyetlerinden hiç kuşku duymasak bile) bu konudaki yeterliliği nedir, Sevgili Bakanım bunu da sorguladı mı? Bir önceki arkadaşımız Dr. Mahmut Tokaç tıp tarihi doktorası sahibi; 112 Acil hekimliği ve sağlık ocağı başhekimliği sonrasında bu göreve layık bulunmuşlar, lakin kendi istekleriyle ayrılmışlar. Görevi yakın zamanda devralan arkadaşımız Dr. Saim Kerman ise Zonguldak’ta sağlık ocağı başhekim yardımcısı imiş. Göründüğü kadarıyla her ikisi de, “reçete yazıp tedavi başlama hakkı tanınmayan rütbesizler (pratisyen, diplomalı yetkisizler)” sınıfından.
Peki yok mu bu ülkede hiç ilaç ihtisasına sahip beşer? TUS tufanında kağıttan gemileri olsa olsa hayalet kaptanlar idare eder.