Domuz gribi vakalarının görülme sıklığının artması ve bir vatandaşımızın da yaşamını kaybetmesi üzerine, Sağlık Bakanlığı alarm düzeyini “kırmızı”ya çıkardı ve geniş çaplı aşılama çalışmalarının başlatılacağını açıkladı. Öncelikle sağlık personeli olmak üzere okullar da aşılama kapsamına alındı. Ne var ki aşıların güvenliliği konusunda ortaya atılan söylentiler herkesin aklını karıştırdı. Aşıların yan etkilerinin olduğunu iddia edenler olduğu gibi, gereksiz olduğunu savunanlar da bulunmakta. Bu nedenle yeniden bilgi aktarmak istiyoruz.
Önce domuz gribinin hastalık olarak nereye oturtulması gerektiğini tartışalım. H1N1 olarak da adlandırılan grip bütün dünyada yayılmaya devam ediyor. Dünyada binlerce ölüm vakası bildirilmiş olmakla birlikte, bugün için söz konusu olan tablo mevsimsel gripten klinik açıdan daha ağır seyretmiyor. Hatta şunu da açıkça söyleyebiliriz, son ay içerisinde geçirdiğiniz grip tablolarının bir kısmını olasılıkla H1N1 oluşturdu. Bu nedenle panik yaratılması gereksiz. Sağlık Bakanı Recep Akdağ ve Bakanlık bugüne dek çok başarılı bir performans sergiledi. Hızla tanıya gidebilecek laboratuarlarımız var ve aşı stokları da oluşturuldu. Bakan Akdağ’ın da açıkladığı gibi, “panik yaratılmasının gereği yok, ancak başta aşılama olmak üzere gereken bütün önlemler de alınacak”. Bize düşen en önemli uygulama genel dezenfeksiyon kurallarına dikkat edilmesi. Ellerin sık sık yıkanması, kalabalık ortamlardan mümkün olduğunca uzak durulması ve hastalığın yayılmasını kolaylaştıracak yakın temasın önlenmesi.
Aşılarda güven sorunu yok
Şimdi gelelim aşıların güvenliliğine. Hatırlarsanız bu konuyu ilk kez geçen sene Mısır’da gerçekleştirilen uluslararası aşı zirvesi sonrasında yazdık. Bugün için dünyada üretilmiş üç farklı aşı bulunmakta, bu aşıların bağışıklık yaratıcı etkileri kanıtlandı. Aşılar prensip olarak iki ayrı içerikten meydana gelir. Bunlardan birincisi bağışıklığın gelişmesini sağlayan, yani virüsten elde edilen hammaddedir. Aşının en az bu kadar önemli olan ikinci bileşeni ise, bağışıklığın gelişmesini pekiştiren, yani aşının güçlenmesini sağlayan “adjuvan” olarak adlandırılan bileşiktir. Üretici firmalar aşının saklanma süresini uzatabilmek amacıyla her ikisini ayrı ayrı ambalajlar halinde hazırlamakta. Zira prensip kararı olarak aşı bireysel kullanım için piyasaya sürülmeyecek, devletlerin sağlık otoritelerine toplu olarak verilecek. İhtiyaç oluşması durumunda (bugünkü koşullarda olduğu gibi) her iki bileşen karıştırılarak aşı hazırlanacak ve uygulanacak. Bu aşıların “adjuvan” içerikleri daha önceki aşılarla birebir aynı, dolayısıyla güvenlilikleri konusunda bir kuşku bulunmamakta. Buna karşılık aşı hammaddesi elbette uzun klinik araştırmalardan geçirilmedi, çünkü bunun için gerekli zaman bulunmamakta. Burada önemli olan fayda-zarar sınırının doğru konulması. Hastalığın ciddi bir yayılım özelliği göstermediği sürece, aşılar zaten saklanacaktı. Ancak mevcut koşullarda hızlı bir yayılma ortaya çıktığından aşı uygulamasının faydası ağır basar hale geldi.
Aşılama Hac ziyaretinden en az bir hafta önce yapılmalı
Bu arada bir noktayı özellikle vurgulamak gerekiyor, aşının koruyuculuğu uygular uygulamaz ortaya çıkmıyor, vücudun bağışıklık sisteminin yanıt vermesi için en az bir haftalık bir süre gerekli. Bu durumu özellikle Hac ziyaretini gerçekleştirecek vatandaşlarımız için vurguluyoruz. Aşılama yolculuktan en az bir hafta önce yapılmalı, kafilelerin Hac ziyareti sırasında aşılanmaları koruma sağlamayacaktır.
Sonuç olarak hastalık riskini almamız gereksizdir. Aşılama özellikle riskli gruplarda başlatılacak ve topluma yaygınlaştırılacak. Bununla birlikte aşılamanın fayda-maliyetinin saptanması olasılıkla kısa sürede mümkün olmayacak. Bize düşen vakit varken gereken önlemleri almak.