Pandemi ile birlikte hayat umulmadık ve garip bir değişiklik gösterdi. Süreci hiç sokağa çıkmadan geçirenler değişimin nasıl gerçekleştiğini anlamakta kuşkusuz zorlanıyorlar. Oysa değişiklik derin, restoranlar ve eğlence mekanları olmaları beklenen doluluk oranlarını henüz yakalayamadı. AVM’ler hala boş, dükkanlar açılsa bile içlerinde müşteri görmek istisna. Ana caddelerde erişilen kalabalıklar anlaşılan kapalı ortamlara daha uzun bir süre yansımayacak. Oysa “dünyadaki temaşa” en az birkaç yüz yılda bir yaşanan küresel sürecin aşı bulunsa bile en erken 2021 ortası, daha gerçekçi bir tahminle 2022’ye kadar süreceğini gösteriyor.
Temel ihtiyaçları dışında evden çıkması gerekmeyenler, çalışıyorlarsa işlerini ekran üzerinden götürüyorlar. Uzaktan toplantılar pandeminin daha ikinci ayında yeni standart haline geldi. Şehri uzun süre önce terk edip, işlerini e-posta aracılığıyla götürebilen yazarlar, çevirmenler, basın alanında çalışmakla birlikte işin zihinsel sürecinde yer alanlar için zaten hiçbir değişiklik olmadı. Grafikerlik, muhasebecilik gibi meslek alanları da buna adapte olmakta kuşkusuz zorlanmadılar, bir masa ve internet erişimine açık bir ekran fazlasıyla yeterli. Öğrenciler uzaktan eğitime isterlerse devam edebilecekler; okullar yarı zamanlı açılmakla birlikte, yeniden kapanmaları olasılığı hep bir tarafta hazır tutulacak.
Yeni normalin kısa adı HES
Yeni döneme “yeni normal” diyoruz, temel sloganı çok kolay bulundu, “Hayat Eve Sığar”, kısaca HES kodu adını verdiler. BU kod önce sadece seyahat için bir zorunlulukken, artık AVM’lere giriş için bile sorulacağı şimdiden açıklandı. Velhasıl geçen hafta sonu şahit olarak katılmam gereken düğün de HES koduna bağlıydı, her iki taraftan en fazla yirmi kişi ve birer de şahit salona girebiliyor (kutlama ve takı sırasına girmek serbest). Sonuç olarak hepimiz önce pes ettik, sonra HES aldık, yaşam evlerden ve sadece ekranlar üzerinden devam ediyor.
Özetle; şehirde yaşıyor olmanın bütün sıra dışılıkları ortadan kalktı. Alarm seviyesinin yükseldiği zamanlara sokaklarda maskeli birkaç insan dışında kimsenin görülmediği hayalet şehirler var. Sürecin ne zaman biteceği bilinmediğinden, ekonomik daralma henüz hissedilmese bile moraller bozuk. Bu garip bir duygu; bana arkadaşının doğum gününde eğlenmeye heveslenirken, yolda telefonumu açar gibi yapıp “arkadaşın hastalandığı için parti iptal edilmiş” dediğim kızımı anımsatıyor. Bu zevzekçe şakayı en az iki kez yedirmeyi başarmıştım. Akşam kar yağışını görüp de sabaha okulların tatil olacağı beklentisiyle uyanan, içlerinde “ellerim havada, gözleri yolda” duygusunu mırıldanan öğrencilerin tam zıddı. “Seni seviyoruz vali” çığlıklarından bütünüyle arınmış bir zamandayız.
Toplumun karmaşık reyting reaksiyonu
İşte paradoks da tam burada ortaya çıkıyor. İnsanlar umutla yaşar. En umutsuz anlarda ya coşku ya da kara mizah bile olsa neşe arayışıyla ayakta kalırlar, en azından ben öyle yapardım ve öyle zannederdim. Dünyayla ilişkisi neredeyse tamamen televizyon ekranına dönüşen toplumun seyir eğilimi ise tam tersini gösterdi, ağır dram. Mutlaka farkındasınızdır, şu sıralar ana izlenme zamanında reyting ibresi psikoloji zemininde biçimlendirilmiş ağır dramlara döndü. Farklı farklı kanallarda oynasalar bile aynı kişinin kaleminden çıkmış senaryolara dayanan ve hatta kanal farkı gözetmeksizin çapraz geçişler yapan üç dizi; Kırmızı Oda, Masumlar Apartmanı ve Doğduğun Ev Kaderindir reytingin neredeyse bütününü topluyor.
Yanıtlanması gereken soru şu; “her şey bu kadar sıra dışı karamsarken siz neden bütünüyle sıkıntılı hikayelere dayanan bu dizileri seyrediyorsunuz?”
Verilen cevap genellikle aynı; “beterin beteri varmış”.
Gereksiz kurcalatmayın sözü bu kez çok iyi açıklanmış