Geçen hafta ancak fikri iktidarların uygarlık zemininde şehirler kurabildiğini anlattık. Bu şehirlerin ikamet ya da idari amaçlı binalarının, okullarının, ibadethanelerinin yerleşimi bellidir. Şehir “üstüne koymak” amacıyla genişlediğinde muasır medeniyetin kriterleri dikkate alınır ve yeni alanlar yerleşime açılır, böylelikle şehir bir hat üzerinde büyümeye başlar. İstanbul özelinde bu hat Karaköy-Şişhane-Taksim hattıdır. 19. Yüzyılın sonlarında daha modern bir yerleşim alanı kurulması gündeme geldiğinde, ticaret merkezine komşu Pera ortaya çıkar, ilk belediye de Şişhane’de kurulur. Bu dönemin seçkin mekanı Tünel’dir, İstiklal Caddesi etrafında bir yandan yeni yerleşim alanları kurulurken, belediye hizmetleri genişler, elektrik aydınlatması erişir ve bir yandan o döneme uygun ilk oteller açılmaya başlar. Nitekim yabancı ülke temsilcilikleri de burada açılır.
Hak edilmeyen mülkiyetin el değiştirmesi
Şehirlerin cazibe merkezleri aynı zamanda ekonomik döngünün de yüksek olduğu bölgelerdir. Ne var ki büyük ya da dairelere ayrılmış binalarda yaşamanın ister istemez hizmet edenlere ihtiyacı vardır. Bina müstakil olarak bir aileye ait olduğunda bu hizmet kahya tarafından koordine edilir, bunu oynamakta olan “konaklı dizilerde” zaten izliyoruz. Ancak bina farklı aileler tarafından kullanıldığında hizmet ister istemez “kapıcılık” biçimine dönüşür. Kahya sisteminde çalışanlar ailenin bir parçasıdır, kapıcılık daha çok hemşerilik zemininde şekillenir, aile kültürüyle bir alakası yoktur. Kahyanın geliri belliyken kapıcı sisteminin kazancı açık uçludur, çoğunlukla zaten kira da alınmaz, bu hizmet sistemi birikim yapmak için uygundur.
Geçen hafta “üstüne konmak” dediğim yaklaşım aslında bu zeminde şekillenir. Fikri iktidarı kuran bilgi ve kültürdür, üzerine koyar. Ne var ki hizmetler için tevazu sahibi çalışanlar bulamadığında (emeğin üstünlüğü, çalışana karşılığının verilmesi, ama açgözlü olunmaması vb.) geleceği tehdit altına girer. Asgari yaşam gereksinimlerinin karşılanmaması durumunda fay hattı derinleşir ve çatlar. Tarafların ilişkisinin soyluluk üzerine dayandığı durumlarda bile bu çatlağın karşılığı en azından Fransız Devrimi’dir. İlişkinin ekonomik güce dayalı olduğu durumlarda sosyokültürel çatlama gelişirse (örneğin savaş, 6-7 Eylül Olayları benzeri provokasyonlar, temsil gücünü değiştirilmiş siyasi seçim sistemi vb.) mülkiyet el değiştirir; yani bir zamanların hizmet veren çalışanları artık o mekanın yeni sahipleri olurlar.
Mekan göçü
Fikri iktidarın aksine mülki iktidarın üstüne koymak gibi bir gayesi yoktur, ama üstüne konar. Bu mekanın kimlik değil, ruh değiştirmesidir. O bölgeye karakteristik özelliğini veren, mesela tiyatrolar, eğlence merkezleri, restoranlar kapanır ya da başkalaşır. Bir zamanların özenenleri mal miktarlarını artırmaya devam ederler; ancak fikri iktidar oluşturamaz. Mesela eve girince ayakkabı çıkarmak genel adettir, ayakkabının kapının önünde mi yoksa içinde mi bırakıldığı bile ayırt ettirir. İçeri alanlarda “teritoryal alan” evdir, önünde bırakan ayaklarının genişlemek için dışarıda olacağını anlatır.
Mekanın eski sahipleri şehrin daha dışında, olasılıkla yürüyerek erişilemeyecek bir başka yere taşınmak zorunda kalır, beraberinde kültürü de sürüklerler. Mekan göçü adını verdiğim durum budur. Eski mekan yozlaşırken yeni mekan kültürel yükselişe girer, lakin sebep-sonuç ilişkisini yaratan dinamik değişmez.