İnsanı dış dünyaya bağlayan günlük gereksinimlerden biri, bana göre diyerek şerh koyayım, olan bitenden haberdar olmaktır. Benim de içinde yetiştiğim eski kuşak bunu “ajans dinlemek” olarak adlandırırdı. Ne yapılıyorsa yapılsın, özellikle akşam haber saati geldiğinde diğer uğraşılardan kopulup ajans dinlenirdi. Aynı amaçla her gün bir gazete okumak esastı, herkes sabah genellikle kendi görüşüne uyan bir gazete alır ve en dip köşe yazılarına kadar okurdu. Bazı gazetelerin elde başkaları tarafından görünecek bir şekilde taşınması entelektüellik göstergesi addedilirdi. İmkanı ve zamanı daha fazla olanlar birden fazla gazete okurlar; bugün kafelere dönüşmüş olan kıraathaneler ise birden çok gazete aldıkları için müdavimlerine çok sayıda gazeteyi sırayla okuma imkanı sunardı.
O zamanı bilenler, bugün de kısmen geçerli olan Anadolu ve İstanbul / Ankara baskılarının akşamın farklı saatlerinde yapıldığını da bileceklerdir. Anadolu baskısı akşamüstü yapılır, saat altıya geldiğinde genellikle tamamlanmıştır, bu baskılar uçak ya da otobüslerle küçük şehirlere dağıtılırken, büyük şehir baskıları olağanüstü durum varsa gece yarısına kadar bekler. Benim büyüdüğüm zamanlarda özellikle tren yolculuklarında köy çocuklarının gazete diye bağırdıklarını ve bizim okunmuş gazeteleri onlara camdan fırlatarak ulaştırdığımızı da çok iyi hatırlarım. Haberin çok değerli olduğu zamanlarda gazeteler sabah baskılarının dışında akşam baskıları da yapardı; günde iki baskı, “yazıyooor, yazıyooor…” diye bağıran gazete satan çocukları da bugün sadece eski filmlerde görüyoruz.
Sorun akıllı telefonlar değil
Derken zaman ve olanaklar değişti. Cep telefonları akıllı özellik kazanırken, gazeteler de mecburen buradaki yerlerini aldılar. Bu değişim gazete işletmecileri ve gazeteciler için önce endişe yarattı. Konuya daha hakim olan Serdar Turgut gibi meslektaşlarımız, internetin gazeteleri bitirmeyeceğini, özellikle Amerika’da basılı gazetelerin internetle birlikte daha fazla güç kazandığını aktardı. Aradan hayli zaman geçti, cep telefonları iyice yaygınlaştı, daha doğrusu herkes akıllı telefonların interneti sayesinde bütün gazetelere erişebilir hale geldi. İnternet erişimini paralı yapmaya çalışan birkaç gazete bunun olamayacağını anlayınca vazgeçti. Böylelikle internet geliri sürekli açılıp ekranı kaplayan reklamlara dönüştü.
Ve geldik bugüne, Türkiye dinamiklerinde izleyebildiğim kadarıyla maalesef Serdar Turgut haklı çıkamadı. Ben sabah henüz gazete dağıtılmadan büfenin önünden geçsem de akşam dönüşlerinde tükenmiş raf göremiyorum, hepsi ağzına kadar dolu, satış yok, varsa da spor ya da ganyan gazeteleri. Kehanetin sahibinin de yazarı olduğu Habertürk basılı biçimi çoktan bıraktı, internetten yayıncılık herkes için daha makul bir özellik kazandı. Otobüslerde ya da vapurlarda başını gazetelere gömmüş kişileri artık görmüyorum, anlaşılan gazetelerin alanı kalmadı. İnsanların çoğu haber karmaşasını eski twitter, yani X üzerinden takip ediyor, çoğu arkadaşım Instagram haber sitelerini takipte, Youtube videoları bir diğer kaynak; ama en çok izlenen haberler değil astroloji siteleri.
“Yazıyooor, yazıyooor…” döneminin sonu
Ben hala rutinimi bozmadım, sabah ilk iş çayı koymak, ardından kedileri doyurmak, sonra mailler ve standart dört gazete, Hürriyet, Sabah, Sözcü ve Cumhuriyet. Okuma amacımın küçük bir kısmı haber almak, esas amaç mevcut haberleri farklı cenahtan gazetelerin nasıl gördüğünü algılamak. “Görmek” aslında bir basılı gazetecilik terimidir, habere verilen önemi belirtir. Haber küçük bir başlık, manşet ya da sürmanşet verilebildiği gibi, ön sayfada hiç geçmeyebilir. Manşetin üstü anlamındaki sürmanşetler gece baskıları için son ana kadar rezerv olarak tutulur, önemli bir maç sonucu, olağanüstü haberler burada yer bulur. Haberi görmek o yüzden internetten kolay algılanabilecek bir durum değildir, kısmen hissedilir.
Sözün özü yazılı basının çok daralmış olduğu reddedilemiyor, tiraj şişirilse de, olanı bile bedava dağıtılıyor, satın alan yok seviyesinde. Peki biz bu hale nasıl ve neden geldik?