Geçen hafta anlattığımız münasip aile grubu toplumun zihinsel ve maddi sermayesinin çoğunu elinde tutsa da çok küçük bir kitleyi oluşturur, Türkiye şartlarında on bin aileyi geçmez, çoğunu da tanımayız. Aile bireyi sayısı büyük, aynı ekonomik refaha sahip olmayan, aile büyükleriyle bir arada yaşama ve çok sayıda çocuk yapma seçeneğini kullanan ikinci grup ise daha çok aile işletmelerini oluşturur görünür. Onlar da seçeneklerini “münasip aday” üzerinden kullanırlar, kadının rolü daha çok aileyi idare etmek, erkeğin rolü de işin başında durmaktır. Yakın zamana kadar egemen olan çiftçi aileleri, küçük ve orta boy işletmeleri oluşturan aileler aslında üretimin önemli bir basamağını oluşturur. Bunlar daha çok emek ağırlıklı iş kollarıdır, ailenin büyük olmasının getirisi dışa havale edilen işlerin azalmasıdır. Tarım söz konusu olduğunda işin büyük kısmı aile bireylerince yapılır, evdeki işler sorunsuz yürür, dolayısıyla ekonomik anlamda sürdürülebilir bir sistem elde edilir.
Geniş ailenin makus kaderi
Ne var ki bu aile modeli aynı zamanda sanayileşmeden ve beraberinde hızlanan kültürel dejenerasyondan en büyük hüsranla çıkan gurubu meydana getirir. Sanayileşme işlerin makinelere devridir, işletmesini büyütmek isteyen sermayeye muhtaçtır, devlet düzenleme getirmediği taktirde bu aile işletmelerinin büyük sanayi işletmeleriyle rekabet etme şansı yoktur. Kültürel yozlaşma ise o ailelerin çocuklarının büyük şehirlerde okumalarıyla başlar. Bulunduğu yerden fazlasını görmemiş torun büyük şehre, hatta yurtdışına genellikle “işletme” okuması amacıyla gönderilir, beklenti bu çocuğun öğrendikleriyle aile işletmesine seviye atlatacağıdır. Ancak bu süreç genellikle beklendiği gibi sonuçlanmaz, çocuk artık ailesine ve iş alanına yabancıdır. İşi bilmemekte, daha kötüsü çıktığı kabuğu beğenmemektedir. Ailenin büyükleri hakkın rahmetine kavuşunca veliaht “ben yönetirim” diye başa geçer, ama işi büyütme saplantısı işletmeyi riske açık hale getirir ve derken ödenemeyen borçlar nedeniyle büyük sermaye tarafından satın alınır.
Ülkemizin bir elin parmaklarını geçmeyecek aile işletmeleri bir kenara konulacak olursa, yüzde doksandan fazlasının hikayesi budur. Bugün çocukluğumuzdan hatırladığımız pek çok marka aslında marka değeri olarak çoktan satılmış ve üretim usulleri değiştirmiştir. Ailenin geride kalanları ya hisselerini tümden satarak ellerine geçenle bambaşka hayatlar kurarlar ya da artık başkaları tarafından yönetilen işletmenin içine kalırlar, ama işe karıştırılmazlar. Paragrafın başında “bir elin parmakları” olarak tanıttıklarımız ise işi genellikle profesyonel yönetim kuruluna devredip, kendileri denetmen ya da son karar verici pozisyonunu üstlenir. Bunlar artık kurumsal şirketler haline geldiğinden büyük sermaye gruplarının da bileşeni hatta dinamosu haline gelir.
Çoğunluğu oluşturan çekirdek model
Mevcut ailelerin çoğunluğu ise bize çekirdek aile olarak öğretilen modelin içinde kalır, günümüzde nüfusun çoğunluğudur. İki kişi evlenerek aile birlikteliği kurar, çocuk sayısı en fazla ikidir, nadiren üç, ama genellikle bir olarak kalır. İşte bunlar normal vatandaş sınıfını oluşturur, ekonomik çalkantılardan en çok etkilenen bunlardır. Sayıca çoğunluğu oluşturduklarından zamanında “orta direk”” olarak nitelendirilmişlerdir. Bir kısmı bürokrat (bu sınıfta doktor, öğretmen vb. kastedilmektedir), çoğunluğu (mekanizasyonla azalan nispette) işçidir. Ana nüfusu ve iş gücünü oluşturmalarına rağmen toplam gelirden aldıkları pay çok azdır.
Bu grup daha çok demokratik sistemin oy deposu olarak görülür, partiler söylemlerini bunları dikkate alarak kurar. Ne var ki söylem çoğunluğu oluşturan bu kesimi asla içine almaz, onlar daha çok miting alanlarının coşkusunu yaratan, uğruna coştukları şeye ise hiçbir zaman ilişemeyen yapı taşlarıdır.
Masalar kurulunca sevinir, dağılınca üzülür, yeniden kurulunca bu kez coşarlar. Belki de içlerinde hala geniş aile özlemini barındırırlar…