Zor bir döneme giriyoruz. Gerçi ben bu ülkenin hiç kolay döneme girdiğini görmedim ama, bu kez durum biraz daha farklı. Son seçimlerden bu yana, önceki dönemde sesi çatlak çıkan dinciler, artık avazı çıktıkları kadar bağırır hale geldiler. “Dincilik” terimi bana ait değil, bildiğim ama bugüne kadar kullanma gereği duymadığım bu sıfat, dini dinin gereklerini yerine getirmek şeklinde değil, herkesi “kendi anladıkları” dini çerçevede nizama sokmayı amaçlayan bir kesimi tanımlıyor. Bu kesim dinin insan ve tanrı arasındaki bir sözleşme esasına oturduğunun bilincinde değil, herkesin yaşamının onların biçtiği gibi yaşamasını istiyor. Bu anlayış tarzı “dini vecibelerin yerine getirilmesi” esasının ötesinde, İran usulü bir din devletini savunuyor. Durum böyle olunca, inanç ve akıl sahibi meslektaşımız, üstelik AKP Merkez Karar Yönetim Kurulu üyesi Ayşe Böhürler yazdığı yazılar nedeniyle dinci kesim tarafından “sürtük” pozisyonuna indirgeniyor.
Sorun elbette bu çatlak seslerin varlığı değil, bu sesler hep vardılar, her zaman var olacaklar, bunu biliyorum. Sorun bu seslerin son seçimden bu yana neden bu kadar gürbüzleştiği, neden adeta çınlar hale geldiği. Gazetelerin internet sitelerindeki okur yorumlarında bile bu yaklaşımı takip edebiliyorsunuz. Bir rövanş tutkusu, “laik” olarak sınıflandırdıkları bir kesimden geçmişin hesabını (hangi hesapsa?) sorma saplantısı. Bilmem bu çatlak seslerin neden bu kadar bas bas bağırır hale geldiğini Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da kendilerine soruyorlar mı?
Son günlerde okuma alanımı özellikle İslam dini öğretisine yönelttim. Zaten iki buçuk yıldır ufkumu genişletmek adına eve kapanmış durumdayım. Nadiren dışarı çıkıyorum, gerekmedikçe davetlere katılmıyorum, ama “biz kimiz, neden varız, olan bitenin gereği nedir” sorularına yanıt arıyorum. Son okuduğum kitap da Hazreti Muhammed’in hayatı (Allah’ın Resulü Hazreti Muhammed (SAV), RVC Bodley, Arya Yayıncılık, 2006), bunu aynı konuda yazılmış bir ikincisi takip edecek. Kitabın en önemli özelliği objektif bir dille yazılmış olması. Anladığımı şimdilik başlıca noktalarıyla paylaşayım, detayını sonra anlatacağım: “Bir cihan peygamberi, olağanüstü bir tevazu, muhteşem bir insanlık, sınırsız bir merhamet, açık gönüllülük ve adalet”. Maddi zenginlikten arındırılmış bir yaşam, sosyal eşitlik anlayışı, üstelik din ayırmaksızın herkese karşı. Ciddi bir çevre bilinci, hayvanlara sevgi ve merhamet. Kısacası kayıtsız şartsız bir “teslimiyet”.
Oysa bugüne baktığımda gördüğüm, “dincilik” kisvesine büründürülüp saptırılmış bu “sözüm ona” İslam anlayışının Hazreti Muhammed döneminin İslam anlayışıyla bir ilgisi bulunmadığı. İnsanı, hayvanı, bitkiyi sevmeyen bir dünya görüşü, kendi anladıklarının dışında kalanları kafir sayan bir din anlayışı. Üstelik bu anlayış, maddi çıkarlarla üst üste örtüşmekte. Herkesin yaşamaya hakkı olduğu bu dünyayı rapt-ı zapt altına almak gayesiyle yanıp tutuşmakta. Hatta şunu da söyleyebilirim ki, Hazreti Muhammed bugün dünyaya gelse, İslam adına, yani kurduğu cihan dini adına bizatihi (haşa) dinsizlikle suçlanıp zor durumda bırakılırdı.
Sözün özü AKP’ye oy veren, hatta belki de oy vermeyip, onların din ve dünya anlayışını kötüye kullanma eğiliminde, bu yaklaşımlarına gösterilecek herhangi bir hoşgörüden de fiilen beslenecek bir kesim var. Onların hedefi inanç özgürlüğü değil, toplumsal uzlaşma değil, İran gibi “dincilik” temelinde bir devlet modeli yaratılması. Cumhurbaşkanımız Gül ve Başbakan Erdoğan’ın bunu görüp göremediklerini, bilip bilemediklerini, ama daha önemlisi konumlandırıp konumlandıramadıklarını söylemek henüz mümkün değil. Ancak Başbakan’ın Bekir Coşkun için “kabul etmiyorsa çeksin gitsin” yorumunda olduğu üzere, “devlet adamlığını” ortaya koyması gereken zamanlarda bu kesimin söylemlerine kapılırsa, ülkenin geleceğini doğrudan ya da dolaylı ipotek altına aldığının bilincinde olmalı. Aşırı uçları törpülemek yerine, “rövanş” psikolojisi körüklenirse, bundan en çok demokrasimiz zarar görecektir. Yeniden altını çizerek hatırlatayım, dengelerin kaybolduğu yerde demokrasi geri teper.
İşte bu nedenle zor bir döneme giriyoruz.