Geçen haftanın ikinci yarısını kızım ve anneannesiyle birlikte Hasankeyf’e Sadakat Treni’nde geçirdik. Hasankeyf bana aslında uzak olmayan bir coğrafyada, 18 yıl önce yaklaşık bir yılımı geçirdiğim Batman’a bağlı bir ilçe. Eminim duymayanınız yoktur, 12 bin yıllık bir yerleşim alanı, bu nedenle çarşının on metre yakınındaki kaya içine oyulmuş odayı kazdığınızda bile binlerce yıllık çinilerle karşılaşıyorsunuz. Bunların daha altında, en derinde ne var henüz bilen yok, ne var ki Ilısu Barajı projesinin tamamlanmasıyla birlikte Hasankeyf sular altında kalacağından bir daha bilme şansımız da olmayacak. Bu nedenle 12 bin yıllık bir tarihin sular altına gömülmesi ile barajın ekonomik getirisi arasındaki karşılaştırmanın iyi yapılması gerekiyor.
Ilısu Barajı; Mardin ve Şırnak İl sınırları arasında Dargeçit ilçesinin 15 kilometre doğusunda, Dicle Nehri üzerinde yer alacak. Barajın temelden yüksekliği 138 metre, maksimum su kotu 526,82 metre, toplam gövde hacmi 44 milyon metreküp, rezervuar hacmi ise 11 milyar metreküp olacak. Barajın kurulu gücü 1200 megawatt, üreteceği toplam enerji 3,833 milyar kilowatt-saat. Ilısu Barajı ile üretilecek olan enerji, şu an ülkemizde hidroelektrik santralleri vasıtasıyla üretilecek olan enerjinin yüzde 10’unu oluşturacak. Bu teknik özelliklerinden dolayı baraj aslında önem taşıyor. Lakin bir barajın ömrü sonsuz değil, nehir sularının taşıdığı tortuya bağlı olarak 40 ila 60 yıl sonra barajın ömrü tamamlanıyor. Hasankeyf’in yaklaşık yüzde 80’i baraj gölünden etkilenecek ve aralarında köy ve mezraların da bulunduğu 199 yerleşim yeri sular altında kalacak. Öte yandan Hasankeyf halkına göre barajla birlikte su altında kalan sadece ‘tarih’ olmayacak. Baraj turizmi bitirecek, beraberinde göçü getirecek ve işsizliğin artmasına yol açacak. İşte bu nedenle Hasankeyf gibi dünya kültür mirasının en seçkin örneklerinden birinin feda edilmesi konusunda bir değil, en az üç kere düşünmek gerekiyor.
Tren Batman’a 48 saatlik bir yolculuğun ardından cuma günü akşamı ulaştı, sekiz saatlik rötar sonucunda Hasankeyf’te geçirilecek süre de, akşam yeni otuzla sabah dokuz otuz arasına sıkıştı kaldı. Bu kadar uzun bir yolculuğun ardından değdi mi derseniz, bence değdi, Dicle kıyısındaki çardaklarda açık havada geçirilen bir gece insanın her zaman tadabileceği bir keyif değil. Zaten gecenin büyük bir bölümünü de çardak sahipleriyle sohbet edip sorunları dinlemekle geçirdim. Hasankeyfliler barajın yapımına elbette haklı olarak karşı çıkıyorlar, doğup büyüdükleri toprakları terk etmek zorunda kalacak olmaları bir yana, zaten içinde bulundukları derin ekonomik yoksulluk daha da büyüyecek. 3500 kişilik nüfusun tek geçim kaynağı turizm, 16 çardak, 25 lokanta, hediyelik eşya satan dükkanlar ve bunların alış veriş yaptığı esnaftan ibaret bir turizm ekonomisi, şehri geçindirmek için sınırlı bir imkan sağlasa da, geliştirilmesi mümkün. Ne var ki sit alanı olması ve baraj projesi nedeniyle bölgeye yeni bir yatırım gelmesi olası görünmüyor. Dahası var olan olanaklar da baltalanıyor. Örneğin çardakların bulunduğu kıyı alana araç girişi, kazı ekibinin başında bulunan Prof. Abdüsselam Uluçam tarafından bir kapı yaptırılarak engellenmiş. Bu durumda gelen turistlerin bir bölümü çardak turizminden yararlanamadan geri dönüyor. Prof. Uluçam’a olan tepkiler bununla sınırlı kalmıyor. Dicle vadisine bakan tepede yapılan kazıların molozu hiçbir kapalı kanal döşenmeden onlarca metre yükseklikten aşağıya bırakıldığında, ortaya çıkan toz doğrudan çardakların üstüne oturuyor ve rüzgarla şehrin öte ucuna kadar dağılıyor. Şehir halkı bu yaklaşımı haklı olarak bir yıldırma politikasının parçası olarak değerlendiriyor. Öte yandan kazıların sürdürülmesi için verilen ücretler de muadillerinin çok gerisinde. Ortalama 25 YTL olan yevmiye burada 16.1 YTL, dahası kazı ekibi gereksinimlerini Hasankeyf’ten yapıp bölgeye ekonomik katkı sağlamak yerine Diyarbakır’dan gideriyor. Ortaya çıkan doğrudan ve dolaylı kayıp, Hasankeyf ekonomisi için ciddi boyutlarda.
Hasankeyf’in Ilısu Barajı’ndan vazgeçilmeksizin nasıl kurtarılabileceği konusunda henüz akılcıl bir öneri bulunmamakta. Barajın yüksekliğinin düşürülmesi akla gelen en basit çözüm gibi görülse de, Devlet Su İşleri’nin yaptığı açıklamalara göre böyle bir yaklaşım barajın işlevini de pratik olarak ortadan kaldırmakta. Ilısu Barajı’nın Hasankeyf’i tamamen su altında kalmaktan kurtarılması için 463 metre kotunda yapılması gerekmekte, ancak bu durumda üretilen enerji 3,8 milyar kilowatt-saatten 703 milyon kilowatt-saate düşmekte. Yaklaşık üretilen enerjinin yüzde 82’si kaybedilmekte. Doğrusal bir yaklaşımla bu yıllık faydayı yüzde 82 oranında azaltmakta, 300 milyon dolardan 54 milyon dolara indirmekte, toplam kayıp ise yılda 246 milyon dolar. Dolayısıyla Hasankeyf’in kurtuluşu barajın yapılıp yapılmaması, ya da en azından elektrik üretiminden vazgeçilmesiyle aynı anlama gelmekte.
Ekonomik açıdan bakıldığında, barajın 50 yıllık ömrü de dikkate alındığında sağlanacak fayda 15 milyar dolar, karşılığında kaybedilecek olansa 12 bin yıllık bir tarih hazinesi. Karşılaştırılabilir mi? Bence karşılaştırılamaz. Elbette ekonominin büyümesi için temel gereksinimlerden birisi enerjidir. Ama beri yandan baktığınızda, Hasankeyf turizme layıkıyla açılırsa, yakın bölgelere modern konaklama tesisleri kurulup, dünya çapında etkin bir tanıtım yapılırsa, 15 milyar doları 50 yılda mislisiyle çıkarmanız işten bile değil. Türkiye sadece ekonomik göstergeleriyle değil, tarihi ve kültürel varlıklarıyla da bir bütün. Elli yıl ömrü olan bir barajın, insanlık tarihiyle birebir örtüşen 12 bin yıllık bir dünya mirasına tercih edilmesi bence düşünülmemeli bile.
Ve işte bu nedenlerle Hasankeyf ne olursa olsun kurtarılmalı.