Geçen hafta sözünü ettiğimiz katma değer meselesinin bizim günlük yaşamımızı bağlayan başka bir boyutu daha var, aslında bunu herkesin kendi içinde çok iyi tartışması gerekiyor. Bundan otuz-kırk yıl önce üretim sürecinde insan gücü çok önemli bir bileşendi, katma değer insan emeği tarafından sağlanırdı. İster montaj bandı olsun, ister ambalaj aşaması, son ürünü ortaya çıkaran unsurların başında insan geliyordu. Bu hakimiyet tarımda özellikle belirgindi. Çiftçi toprağını eker, bakar ve ürününü alırken, makineleşmenin daha az olduğu bir üretim biçimi hakimdi. Derken makineleşme başladı, kol gücüyle yapılan pek çok iş artık makineler tarafından gerçekleştiriliyordu, buna karşılık makineyi kullanan kişi hala insandı. Lakin son yirmi yılda üretime otomatizasyonun eklenmesiyle durum değişti. Gelişen bilgisayar teknolojisi böyle bir olasılığı mümkün hale getirdi, artık makinelerin başına insan koymanın da gereği kalmadı. Bugün bütün endüstriyel üretim süreci, sadece birkaç gözlemci eşliğinde otomatik olarak yapılıyor. Ülkemizin önde gelen ilaç firmaları, depolama işlemini bile robotik sistemle kontrol etmekteler. Hassas mekanik sistemler, sensörler, algoritmik yazılımlar üretimde insan faktörünü neredeyse tamamen dışladı.
İnsanı sadece tüketici olarak istemek ne kadar doğru?
İşin ilginç yanı aynı şey tarım alanında da gerçekleşti. Bu kez biyoteknolojinin katkısıyla, insan gücü tarafından gerçekleştirilen tarımsal faaliyetlerin büyük bir kısmı kimyasal maddelerle yer değiştirdi. Örneğin eskiden ot mücadelesini “çapalayarak” (yani çabalayarak) yapmak zorunda olan çiftçi, aynı işi bir küçük şişe ilaçla da gerçekleştirebileceğini görünce tarım alanında çalışan nüfusta ciddi bir azalma ortaya çıktı. Büyük çiftçi aileleri kavramı zayıflamaya başladı, üretim maliyetleri rekabeti olanaksız kılınca, çiftçi de büyük tarım tröstlerine teslim oldu. Günümüzde insansız çalışan traktörlere sadece tarlanın koordinatlarını ve ne ektiğinizi giriyorsunuz, alet gidip gelip, ekip, biçip işliyor. Yirmi başlık küçük çiftlikler değil, bin başlık büyük çiftlikler destekleniyor, yem de nasıl olsa GDO’lu. Son ürünün ne olduğu konusunu (katma değerin kimyasallarla değiştirilmesinin içerik etkisi) kimsenin irdelediği yok. Bütün bu değişikliklerin sonucunda işgücünden elde edilen tasarruf ürün fiyatlarında da aşırı bir ucuzlamayla sonuçlandı. Eskiden televizyon bile lükse girerken, bugün arabanın lüksünü de makul fiyata alabiliyorsunuz. Nasıl olsa makinelerin toplu sözleşme derdi yok, eh grev de yapmazlar, üstelik isterseniz 24 saat yedi gün de çalışabilirler. Kimyasallar ucuz olunca, ilaçla tarım maliyeti daha düşük ürün alınmasını olanaklı kılıyor. Hele hele bu ürünleri toptan marketlerde satarsanız, üstelik gıda teknolojisine asılıp “uzun raf ömrü ile dağıtımdan da kısarsanız”, fiyatı iyice aşağı çekebiliyorsunuz.
Gezi’de doğan “siyah kuğu” aslında bu
Yukarıda verdiğim örnekleri uzatmak ve başka alanlara yansıtmak da mümkün. Örneğin otomatik geçiş kartı çıkalı beri otobüslerde biletçiler ortadan kalktı. Metro istasyonlarında jeton satışlarının bütünü otomatikleşti. İsteyen internetin imkanlarından faydalanarak bileti kendi alabiliyor. Bu gelişmelere eklenen en son örnek marketlerdeki otomatik kasalar, sadece tartıp kredi kartını yuvaya takıyorsunuz, kimseyle muhatap olmuyorsunuz. Üstelik katılmaya çalıştığımız AB’nin sunduğu koşullar, kotalardan tutun, sakatatçılara kadar her şeyimizi daha girmeden bağlar hale geldi. Bundan otuz yıl öncesine kadar mahallemizde bakkal, manav vardı, artık yoklar. Biz sitelere hapsolurken, AVM kültürüyle bağdaşmayı da fazlasıyla benimsedik.
Şimdi gelin toplayalım, otomatik ve kimyasal dünya girdiği hiçbir alanda insana gerek duymuyor. Bu sisteme insan sadece tüketici olarak gerekli, ona bu ucuz malları tüketecek kadar maaş bağlamak, çalıştırıp sorun çıkartmasından çok daha ucuza mal oluyor. Üstelik karnı doyacak ama asla beslenemeyecek, doğal olarak sağlık da elden gidecek, ilacını devlet karşılıyor. İşte içinizde tartışıp karar vermenizi beklediğim konu bu. Siz bu durumun paydaşı olmak istiyor musunuz, çalışmadan yaşamaktan memnun musunuz, bana bunun yanıtını vermelisiniz. Zira Gezi Parkı sürecinde ortaya çıkan “siyah kuğu” (olanaksız olanın bir anda gerçekleşmesi) aslında içinde bu kavramı barındırıyor.