Düşünceyi kalıptan kurtarmak, öncekinin sorgulanmasını gerektirir

İnsanın bugün geldiği yere baktığımızda, “uygarlık” adına geliştirdiğimiz her şeyin aslında bir şekilde doğanın taklidi ya da en azından tekrarı olduğunu görürüz. Bu yeteneksiz olduğumuz anlamına gelmez, ancak beraberinde “faydacı” bir yaklaşımı ister istemez barındırır. Bana bir zamanlar sorulan soruyu (aslında bir istem) bir defa daha size yönelteyim. Sorulduğunda içimden ilk geçirdiğim “şimdi nasıl cevaplar üretirim, şaşırır kalırlar” olmuştu. Ancak çok değil, beş dakika içerisinde soruya özgün yanıt vermek olasılığının olmadığını anladım, yetersizliğim şaşkınlıkla örtülmüştü, çünkü soru çok basit görünüyordu: “Yeni bir hayvan tasarlayınız”. Bu istemi siz de aklınızdan geçirin, ben sonraki vargılarımı anlatmakla yetineyim.

 

Yeni bir hayvan tasarlamak ya da (affınıza sığınarak) yaratmayı denemek, gördüm ki aslında yanıtı olmayan bir istek. Çünkü bu isteği gerçekleştirmeye çalıştığımda elimde kalan hep birkaç farklı hayvanın birleştirilmesinden oluşan bir ucubeye dönüşüyordu. Benzer örneği daha sonra Leonardo Da Vinci’den istenen, düşmanı ürkütmek amaçlı “korkutucu bir kalkan süslemesi” hikayesinde de okudum. Leonardo bunu gerçekleştirmişti, ama yaptığı yine aslanın pençeleri, kertenkelenin kuyruğu, kartalın kanatları ya da böceğin yüzünün birleştirilmesinden öteye geçememişti. Soru ve çıkarım şuraya varıyor, insanın “yeni” olarak ürettiği kavramlar aslında var olanların tekrarından ibarettir, insan yepyeniyi geliştirme anlamında fazlasıyla kısıtlıdır. Peki, o halde gerçekten yeni bir düşüncenin geliştirilebilmesi hiç mi mümkün değildir? Bu sorunun yanıtını henüz bulamadım, anladığım, yeni düşüncenin ya da bakış açısının geliştirilmesi ancak eski öğrenilmiş olanların tamamen eleştirilmesi ya da yeniden sınanması ile mümkün olabilmekte. Her şeyi yeni baştan denemeniz mümkün olamayacağına göre, yapmanız gereken biraz içinize kapanıp, önceki mantığı sorgulamanızdır.

Mesela kemik dokusu ne işe yarar?

Şimdi yeniden tıbba dönelim, konuyu nesnelleştirelim. Aşağıdaki örneği tıp öğrencilerine de sordum, verdikleri yanıt herkesin vereceğinden farklı değildi: “Kemikler ve iskelet ne işe yarar?” “Vücudu dik tutarlar, kemik iliği hücrelerine ev sahipliği yaparlar, kalsiyum deposudurlar”. Bu faydacı yaklaşım evrim teorisinin de temelini oluşturur. Yani kaşlar terin gözümüze girmesini önlemek için vardır, saçlar beyni sıcaklık değişimlerinden korur gibi bir dizi örneği herkes kolayca sayabilir. “Böyle olunca canlıya yaşamsal bir avantaj sağlamış ve buna sahip olanlar seçilerek yaşamlarını sürdürmüşlerdir” şeklinde açıklamaları rahatlıkla geliştirebilirsiniz. Bu faydacılık bilimin gelişmesinin önünde ciddi bir engeldir, çünkü mantıklı göründüğünden ve dahası dogma olarak yerleştiğinden sorgulatmaz. Kalıbın dışına çıkıp “peki durum başka canlılarda nasıldır ya da olmazsa ne olurdu” sorularını sorarsanız görünüm değişmeye başlar.

Bakış açınızı değiştirirseniz, vargılarınız farklılaşırlar

Kemikler dik durmamızı sağlasalar da, balıklarda da olduğundan, aslında dik durmayla ilişkili görünmemeye başlarlar, bu olsa olsa bir yan kazançtır (aynı şekilde kaşlar hiç ter bezi olmayan kedilerde de vardır). Dahası bacaklar felç olduğunda, kalsiyum içerikleri de azalmaya başlar. Ancak felç durumunda bacak kemiklerinden kalsiyum çekilirken, kollar ve kafatası kemiklerinin kalsiyum içeriği artar, yani aslında bir paradokstur. Üstelik bacak kemiklerinin vücuttan tomurcuklanarak çıktığını ve bu işin başında söz konusu tomurcukların böbrek seviyesinin bile üstünde olduğunu okuduğunuzda durum daha da karışır. Yukarıdan gelen bir uyarı bacakları aşağı doğru büyütürken, bu mantığın kolay açıklanamayan istisnai yerleri eklemlerdir. Eklemler kemik iskelet bütünlüğünü böler. “Hareket kolaylaştırmak” olarak açıklansalar da, el ve ayak bilekleri kendi içlerinde hareket becerisi olmayan yedişer küçük kemiğin bileşimiyle oluşur. Bu yedili sistem sonrasında beşer parmağa dağılarak devam eder. Ama romatizmalılarda hava koşullarını hissedebilirler ve romatizma ilerlediğinde hep dışa doğru dönerler. Yani morsların paytak ayak biçimlerine ya da kuşların kanatlarına benzemeye başlarlar. Dahası yine felç durumunda bu yapısal bozukluk felç olan tarafta düzelir. O halde beyinden uçlara uzanan başka bir akım daha mı vardır? Bu bilinmese de, sonuç açıktır; tartışmayı kalıp düşünceden kurtarabilirseniz, vargılarınız farklılaşır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir