Geçen hafta bir aktardığımız örnekten devam edelim, Marcello Malpighi (1628-1694) bundan 361 yıl önce akciğerlere dair ilk işlevsel gözlemi yapan kişidir. Onun öncesinde de akciğerlerin solunumla ilgili organ olduğu bilinmektedir, ancak solunan havanın kanla ilişkisini açıklayabilen kimse bulunmamaktadır. Nitekim küçük dolaşım olarak adlandırılan kavram da henüz 40 yıl önce William Harvey tarafından betimlenmiştir (İbn’ün Nefis’ten alıntılandığı da iddia edilir). Mikroskop henüz icat edilmiş olmakla birlikte Malpighi’nin betimlemesinde kullanılmaz, hatta mercekten bile söz edilmez, Malpighi betimlemesini çıplak gözle, kendi deyimiyle “gözün geometrisine” dayanarak yapar. Makale aslında Latince yazılmıştır, ama orijinal halinden İngilizceye çevrilmiş biçimi 1929’da yayınlanır (James Young: Malpihi’s “De Pulmonibus”), isteyen indirip okuma şansına da sahiptir. Bundan yüzyıllar önce yazılmış metnin doğal özelliği ise konuyu, hiç bilmeyen birinin naifliğiyle, yani “bir çocuğun gözünden” aktarmış olmasıdır. Nitekim betimlemede zaman zaman Antik Yunan destanlarına da atıfta bulunulur. Bilinmeyen bir şeyi ilk araştırıp betimleyen ona kendi duygu ve düşüncelerini en saf haliyle katacaktır.
Hiç akla gelmeyen çıkarımlar mümkündür
Malpighi çizimlerle bezediği araştırmasında doğrudan akciğer dokusunu kullanır, daha çok kurbağalarda çalışır. O zamanki çalışma bugün de istenirse tekrarlanabilir görünmektedir, çünkü sakatatçılarda hala kuzu akciğeri bulunmaktadır. Saptamalarını birkaç başlık altında aktaralım: (1) Taze akciğer ana damarlarından su basılarak yıkandığında parlak pembe görüntüsü solar, kan akciğerin içinden akmaktadır. (2) İçine enjekte ettiği mürekkep dış yüzeyini de boyadığından kan bir biçimde içeri nüfuz etmektedir. (3) Kurbağanın özelliği akciğerlerin şeffaf olmasıdır, alttan mumla aydınlattığı boru biçimli bir aydınlatma düzeneği yardımıyla (ki bunu çizmemiştir) kılcal damarlarda dönmekte olan kanı da fark eder. (4) Bununla da yetinmeyip güneşte kurutur, hatta içine cıva doldurur ve nihayetinde betimlemesini yapar.
Bunca yıl sonra (beş gün önce) okuduğum makalesinde, Malpighi onca okumalarıma rağmen aklıma gelmeyen “ana lenf yolunun sol toplardamara açılması nedeniyle kanın akciğerden akışını kolaylaştırdığına” hükmeder, hatta bazı gıdaları yedikten sonra neden dolgunluk hissedildiğini açıklar, olasılıkla doğrudur. Bir başka ilginç benzetmesi lobları (akciğerin dallanma altı kısımlar) servi ağacının meyvelerinin biçimine benzetmesidir, bu da doğrudur. Bu benzetme şaşırtıcı olmanın ötesinde kavramı başka yerlere de taşır. Servi o zaman da bilindiği üzere özellikle mezarlıklara dikilen ağaçtır, zira ölenin ruhunun Tanrı’ya yükselmesini kolaylaştırdığına inanılmaktadır; ama bu kısım Malpighi’nin orijinal metninde yer almaz.
Kalıp kendi kurulmaz, ama şiirle kırılır: Ben bir kek miyim?
Nihayetinde 1661’de yazılmış ilk akciğer makalesi değerini korumaktadır, ilk betimlemeyenin çıkarımlarını barındırır. Malpighi embriyolojinin babası olarak kabul edilse de bir canlının gelişimi konusunda o zaman çok az şey bilinmektedir. Ana sindirim kanalının başlangıcından ayrılarak uzayan solunum borusu dallanmakta ve yirmi küsur dallanmadan sonra her birinin ucunda kan gaz alışverişini sağlayan kesecikler oluşmaktadır. Bugün mikroskobik yapısı ve moleküler biyolojisi konusunda ne kadar fazlasını bilsek de esas formatı Malpighi atmıştır. Akıldan uzak bir detay ve akla gelmeyecek bir benzetme metnin ilk halinde vardır, sonrasında yok olur. Peki, bu format başka yöne geliştirilemez mi, elbette olanaklıdır.
O halde ilk yapılması gereken aynı çocuksu soruları soran İsmail kardeşimize kulak vermektir:
Ben neyim?
Ben bir karadelik miyim,
Ben bir kek miyim,
Ben bir iki miyim,
Ben bir İsmail miyim,
Ben bir hiç miyim,
Ben bir hiçliğin ortasında yüzen bir adam mıyım,
Ben hiçbir şey miyim,
Yoksa bunlar bir yalan mı,
Belki bir şey olabilirim”.
Ve Ufuk Beydemir tarafından bestelenmiş hali: