Geçtiğimiz hafta hayatımın en sıra dışı seyahatlerinden birini gerçekleştirmek amacıyla İngiltere’ye gittim. Doktorlar ya da gazeteciler tatil amaçlı seyahat etmiyorlarsa genellikle tanıtım ya da kongre söz konusudur. Tıbbı sıkça eleştiren bir doktorun, doğrudan ilaç endüstrisinin sponsorluklarıyla gerçekleştirilen ana akım kongrelerle zaten ilgisi yoktur. Buna karşılık bir süre sonra gazeteci olarak davet edilmesi de “anlamlı” olmayacağından pek tanıtım toplantısına da gidemezsiniz. Dahası, son üç yıldır ana yazı konularımı oluşturan gıda alanında da durum farklı sayılmaz, çünkü halkla ilişkiler söz konusu olduğunda olası pürüzleri kimse istemez. O halde şöyle söyleyeyim, “kendi kendimi getirdiğim konumda ister istemez bir ayrışma da belirgin hale gelir, lakin her zaman dostluk bakidir. Ben gördüğümü her halükarda anlatır, ama yorumu özgün tutarım, esirgemem. Bunun şöyle güzel bir getirisi olur, üç beş günlük seyahat ayrıcalığına binen görüşümü değiştirmeyeceğimi bilirler, bir sorunları olduğunda da (sağlık herkesin ortak sorunudur) çekinmeden yardım isterler; şefkat istisnasız herkesin hakkıdır.
Neden İngiltere?
Bu sıra dışı seyahat özellikle İngiltere’nin beslenme kaynaklarını incelemeye yönelik planlandı. Sadece İngiltere’deki doğal tarım yapan çiftlikleri bizim için ayarlamakla kalınmadı, bulabildiğimiz irili ufaklı bütün marketlere de girdik. Onlarda satışa sunulan ürün çeşitlerini dikkatle gözden geçirdik, bizim marketlerde yer alanlarla karşılaştırmaya çalıştık. Sağlık Bakanlığı’nın kanserle uğraşan bölümü (Kanser Savaş Dairesi yeni düzenlemede eski konumunu yitirdi) bugüne dek hastalığı hep sigara, alkol ve obezite (hareketiz yaşam) üçgenine yerleştirdi; ancak beslenme ve kanser arasında tahmin edilenden fazla ilişki olduğunu artık onlar da dile getirmekteler. Dahası çok kısa süre içerisinde dünyada da bu görüş ciddi hakimiyet kazanmaya başladı. Bakanlıktan arkadaşlarımız dünyada sekiz ülkenin belirgin kanser sorunu yaşamadığını söylerler, bunların hangi ülkeler olduğunu henüz öğrenmek şansımız olmadı. Ancak İngiltere’de yaşayan arkadaşlarımız, hastalığın orada bizim ülkemizdeki kadar hızlı bir artış göstermediğini ifade edebiliyorlar. Bu durumda İngiltere’nin en azından gözlem için doğru bir yer olduğunu söylemek mümkündür. Bizim gittiğimiz yer İngiltere adasının orta-batı kesiminde kalıyor. Sıcaklık yazın en fazla 20 derecede seyrederken, kışları soğuk geçiyor. Bu seyahat üretimi de değerlendirmek amacıyla daha çok kırsal kesimde sınırlı kaldı.
Marketleri gezerken dikkate aldığımız kriterler
Bizde küçük market sayılabilecek marketleri gezip de ürün içeriklerinde derin bir farklılık olduğunu görünce, süpermarket konumundaki büyüklerini de görmem gerektiğini ifade ettim. İncelemenin temel dört kriteri vardı. Birincisi, bir küçük markette bulunan “kısa raf ömürlü” (taze, olması gereken) gıdaların genele oranını görmek. Malum, ben bizdeki ortalama marketleri “ölü gıda mezarlıkları” olarak tanımlıyorum. Üstelik bizdeki daha az işlemden geçirilmiş ve daha çok taze ürün sattığını gözlemlediğim marketler de fiyatları nedeniyle yüksek gelir düzeyine hitap ediyor. Bu sınıf marketleri Bağcılar’da ya da Sultanbeyli’de bulmanız mümkün değil; Etiler, Bebek gibi zengin muhitlerde varlar. İkinci kriteri, gıda özelliği taşımayan kraker, çikolatalı bisküvi, meşrubat vb. çeşitlerin, market genelindeki reyon dağılımı oluşturdu. Bizdeki market raflarının önemli bölümü raf ömrü teorik olarak sonsuz bisküvi endüstrisi ürünlerinden oluşurken (malum, evdeki açılmış endüstriyel kekin 2.5 yıldır yenilebilir düzeyde, yani sadece hafif kurumuş olarak saklanabildiğini dikkate alıyorum), oradaki durumun ne olduğunu görmek istedim. Üçüncü araştırma noktası ürün gamının çeşitliliği ve kaynağına dayandı. Örneğin bizde bir marketin piliç reyonuna giderseniz çok farklı markaların, çok değişik yelpazedeki piliç ürünleriyle (bütün piliçten tutun, “nugget” denen pişmiş olanlarına dek) karşılaşıyorsunuz. Aynı şey ambalajlı peynir, kutu (UHT) süt ve kutu meyve suları için de incelendi.
Ve elbette dördüncüsü fiyatlar. İngiltere’de insanların aylık gelirleri konusunda siz eminim benden çok daha fazla şey biliyorsunuzdur. Bana anlatılan, İngiltere’de haftada üç gün en basit işte çalışan biri yılda yaklaşık 15 bin pound almakta (yaklaşık 45 bin TL). Yaşanılan yere göre, bunun 500 poundu kiraya gitse, ayda 750 pound diğer ihtiyaçlara harcanabilmekte. Gözleme ilişkin hesaplamaları bu rakamı temel alarak yapacağız. Ben sadece bizdeki UHT kutu süt fiyatını aşağı yukarı biliyorum, et fiyatlarından da genel olarak bilgim var. Gezdiğimiz marketlerdeki fiyatları olabildiğince detaylı kaydettim, karşılaştırmayı size bırakacağım. Bu sıra dışı gezi için sizin adınıza minnettarım.