Geçtiğimiz hafta Mısır’ın Sharm El-Sheikh kentinde yapılan uluslararası grip toplantısına katıldım. Bu toplantıyı diğer benzer kongrelerden ayıran çok önemli fark, 160 ülkenin devlet düzeyindeki temsilcisinin de katılıyor olmasıydı. Zira elimizdeki bilimsel verilere göre, yakın zamanda dünya çapında bir grip salgını beklenmekte. Bu salgın “gerekli önlemlerin alınmaması” durumunda yüz milyonlarca kişinin ölümüyle sonuçlanacak dünya çapında bir felaket olacak. Zira 1918’de yaşlanan grip salgınında yaklaşık 50 milyon insan öldü. Sonraki dönemde, 1957’de H2N2 virüsüyle Asya’da, 1968’de Hong Kong’da salgınlar ortaya çıktı. Bugün grip virüsleri konusunda ne kadar çok şey bilinse de “kesin” olarak bilinen şey bu salgının er ya da geç gerçekleşeceği.
Çok sayıda insanın ölümüne neden olarak dünya çapındaki bir grip salgını, virüsün genetik yapısındaki doğal değişikliklere dayanıyor. Bu değişiklikler küçük farklılıklar olarak zaten her yıl ortaya çıkıyor, mevcut grip aşıları da bu değişiklikler dikkate alınarak hazırlanıyor. Buna karşılık yaklaşık 15-20 yıllık dönemler içerisinde büyük bir farklılık ortaya çıkıyor. Bu farklılığın ne olacağını ve ne zaman ortaya çıkacağını kesin olarak tahmin etmek güç, buna karşılık (aynen beklenen İstanbul depremi gibi), olacağına kesin gözüyle bakılıyor. Bu durumu doğrulayan bir başka gerçek, virüsteki “H5N1 tipine kayış” konusunda yaşanan değişiklikler.
Kuş gribi etkeni olarak bilinen bu virüs doğal koşullarda kuşları ve kümes hayvanlarını etkiliyor, hafif bir enfeksiyon tablosuna neden oluyor. Lakin insan grip virüsüyle olan gen değişimi sonucunda H5N1 denen tip ortaya çıkıyor ve kuşları öldürür hale geliyor. Virüsün bulaşıcı ve tehlikeli hale gelmesi için insanlara da bulaşabilen bir virüs haline gelmesi gerekiyor. Birkaç yıl önce ülkemizde de saptandığı üzere, H5N1’in insanlara da bulaşabileceği ne yazık ki kanıtlandı. Söz konusu virüs 2003’te Vietnam ve Endonezya’da ortaya çıktı, 387 kişide hastalık yaptığı kesin olarak belirlendi, bulaştığı kişilerin 245’inde (yaklaşık üçte ikisinde) ölüme neden oldu. Ölümcül seyreden bu hastalığın dünya çapında bir salgın haline gelmesini engelleyen tek neden “insandan insana” bulaşmasının halen mümkün olmamasıydı. Ancak bilimsel veriler açıkça gösteriyor ki, er ya da geç bu değişiklik de meydana gelecek ve virüs insandan insana bulaşma özelliğini kazanacak. İşte o zaman da dünya çapında milyonlarca kişinin ölümüne neden olacak bir salgın ortaya çıkacak.
Bugün dünyanın 1918’deki koşullarından çok daha ilerideyiz. Hastalıklarla mücadele konusunda yapabileceğimiz çok şey var, ama beri yandan bakıldığında, bütün dünyayı saran havayolu ağı, böyle bir hastalığın “salgın” haline gelmesini kolaylaştıran önemli bir etken. Havayolu ağını geçici olarak kapasanız bile, göçmen kuşlarla olan yayılmayı engellemeniz mümkün değil. Hastalığın ortaya çıkmasıyla yapılabilecek “histerik” itlaf hareketlerinin, kuşların ve kümes hayvanlarının telef edilmesinin hiçbir katkısı bulunmamakta. Zira hastalığı alan kuşlar zaten bir-iki gün içinde ölüyor, bulaşmaya neden olan kuşların saptanması ise mümkün değil. Dolayısıyla “tavuk eti yememek” gibi yaklaşımlar doğru olmadığı gibi, çözüm de deği.
İşte o zaman kritik soru gündeme geliyor, ne yapabiliriz? Hatırlayacaksınız 2003 yılında son ciddi tehdit ortaya çıktığında, aşı hazırlanması konusundaki çalışmalar da bütün hızıyla başlamıştı. Bugün bu çalışmalar ilk ürünlerini verdi ve başarılı olduğu kanıtlanmış aşılar üretildi. Bunlardan biri olan Prepandrix adlı aşı yakın zamanda Avrupa Birliği’nin düzenleyici otoritesi olan EMEA tarafından lisanslandırıldı, bunu takip edecek en azından iki aşı daha bulunmakta. Ne var ki aşı geliştirilmiş olsa da “ha deyince” bulunmuyor, “çok miktarda” üretimi zaman alıyor. Bugüne dek İsviçre, Belçika, Fransa ve İngiltere aşı siparişi vererek kendi stoklarını oluşturmaya başladılar. Yetmiş milyonluk bir ülke olarak, sipariş verdiğimizde bile üretimi zaman alacak olan bir süreç. Dolayısıyla üretim problem değil, bu aşı zaten bildiğimiz mevsimsel grip aşısının üretildiği aynı fabrikalarda üretiliyor, sorun “zaman”. Üstelik üretim, aşı hammaddesi (antijen) ve bunun etkinliğini artıracak çözelti (adjuvan) ayrı ayrı olacak şekilde yapılıyor. Bunların dayanırlıkları en az 5 yıl süreyle garantiye alınmış durumda. Üretici firmalar ülkelerin sipariş etmeleri durumunda stokları üretip sağlık otoritesine teslim ediyor, paketi ayrı ayrı alan ülkeler daha esnek bir çözüme sahip oluyorlar.
Gelelim maliyetlere, biz insan sağlığını “maliyet olarak” göremesek bile, işin bir de bu tarafı var. Birincisi, aşı üretici firmalar aşıyı “perakende” olarak piyasaya sunmama kararı almışlar, bunu da etik gerekçelerle savunuyorlar ki, haksız olduklarını söylemek mümkün değil. Dahası bu aşının olası salgın öncesi kullanılması virüsün genetik serüvenini ve aşının etkinliğini de değiştirebilir. Bugün için aşının kişi başı dozunun maliyeti 15-20 dolar seviyesinde. Bu rakam doğrudan bir şey ifade etmeyebilir, topluca satın alınması maliyeti çok daha aşağı seviyelere çekebileceği gibi, karşılaştırmak kolay olsun diye söyleyeyim 3-4 savaş uçağının maliyetinden daha fazla değil!
Bakalım bu küresel tehlike konusunda sağlık otoritelerimiz nasıl davranacak; “hamdolsun küresel grip salgını bize teğet geçer” mi diyeceğiz, yoksa gereken önlemleri almak konusunda harekete mi geçeceğiz!