Bizde insanlar eğitimleri açısından aslında birbiriyle çok ilişkili olmayan bir kaç biçimde betimlenir. Temel kıstaslardan biri okuryazar olmaktır, çoğumuzun aslında günlük tutmak dahil hiçbir şey yazmıyor olmamız dikkate alındığında bu durum harflerin ses karşılıklarını bilip seslendirebilmektir. Seslendirme bir metnin okunmasını sağlar, ama anlamının idrak edilmesi için yeterli olmaz. Kendimden örnek vereyim, Almanca da Latin alfabesiyle yazılır, ben bu dili zamanında öğrenmiş olduğumdan bir metni unutmuş ya da anlamıyor olsam bile bir Almanın çok kolay anlayacağı biçimde seslendirebilirim. Buradan çıkarım şudur, harf ya da işaretlerin ses karşılıklarının bilinip okunması onların anlamlarının bilinmesini gerektirmez. Okuryazar olduğunu diplomasıyla kanıtlayan pek çoğumuz da verilen metni kolay kolay seslendiremez. Zaman zaman karşılaşsak da ne şaşıralım ne de yadırgayalım, çoğumuz bir metni olması gerektiği gibi okuyamaz.
Okunan metnin kavramlar biçiminde anlaşılması
Okuryazarlığın ikinci aşaması ise metnin içerdiği anlama vakıf olunmasıdır. Çoğumuz gazetelerde yer alan basit metinleri anlatmak istediklerini kavrayacak kadar okuyabilir. Ancak iş metnin yazarının vurgulamaya çalıştığı farklı kavramlara, hele hele sözcük oyunlarına gelince anlamakta zorlanabilir. Metnin basit içeriği aslında kolay anlaşılır, kinaye, teşbih gibi kavramlar işin içerisine girdiğinde düz metin okuryazarlığının ötesinde bir donanım gerekir. Bu biraz da şiir okumaya benzer, şiir yazımı itibarıyla aslında basit görünen bir metindir, oysa anlatmaya çalıştığı duygusal ifade düz metin okumasıyla karşılanmaz. Nihayetinde şiir de basite indirgenmiş karmaşadır, yazar o nedenle sözlerini herkesçe kabul gören “anlatamıyorum” ile bitirebilir.
Elde edilen ayrıcalığın topluma yansıtılması
Bu aşamaların geçilmesi mümkün olursa kişi kendini okuryazar sayabilir, evet en azından eğitimlidir. Ancak bu sonraki aşama karışıktır, sözlükler münevver olmayı “aydın ya da aydınlatılmış olma” olarak açıklar, sözlük tanımına göre bu edilgen bir durumdur, “başkalarından alınan feyz ya da ışıkla donatılmış” anlamına gelir. Oysa toplumdaki karşılığına bakıldığında aydın ya da münevver olmak daha çok bu edinilen birikimin diğer ihtiyaç sahiplerine yansıtılmasıdır. Bir diğer açıklama, okuryazarlığın sağladığı olanaklar insanı geliştirir, ama aydın ya da münevver sayılabilmesinin kuralı, (sözlükler farklı açıklasa da) öyle ya da böyle sahip olduklarının sadece kendine saklanmaması, başkalarına da aktarmaya çalışılmasıdır. Sahip olduğu derinlikli bilgiyi toplum lehine kullananlar, kendine bundan onur ve mutluluk dışında bir şey çıkarmayacağı gibi, vardığı konumdan kişisel üstünlük elde etmek isteyenler de çıkacaktır.
Aslında aydınlanmış ya da münevver olmanın kıstası da bu görünmektedir, eğitimin en üst noktası kamil olmak olarak adlandırılır, kişi kemale ermiş, yani kendini tamamlamıştır. Belki de bu yüzden nice aydınlar vardır ki, ışığı emer ama yansıtmaz. Ve nice okuryazar olmayanlar vardır ki kendiliğinden ışıldar; çünkü kişi kamil ise münevver olması için okuryazar olması bile gerekmez.