Günümüzde pek az kavram “organik” kelimesi kadar esnetilebilir. İnsanın ekmek ya da çapalamak gibi en basit girişimleri bile “tarımsal faaliyet” olarak kabul edildiğinden, “doğal” nitelendirmesi kullanılamamaktadır. İşte o zaman organik bir seçenek olarak türetilir. Aslında yine bir tarımsal faaliyet söz konusudur, tarım zararlılarına karşı ilaç da kullanılabilir, ancak bütün bu uygulamalar belli kurallar çerçevesinde yapılır. Yanı her ilaç kullanılamaz, kullanılan ilaçların miktarları, uygulama biçimleri ve en önemlisi ürünün bu uygulamalardan ne kadar sonra toplanabileceği de belirtilmiştir. Organik tarımı hakkıyla yapanlar sonuç olarak doğalına yakın bir ürün alırlar. Bütün mesele üreticinin organik tarım uygulamasına ne kadar bağlıklı gösterdiğindedir. Kuralları koymada ve yeni alan açmada pek hevesli davranan Batı, kurallara uyulup uyulmadığını da sertifikaya bağlar. Yani birinin çıkıp da “ben organik tarım yapıyorum “ demesi yeterli değildir, sertifikasının olup olmadığı sorulur.
Sertifika gereken koşulları hazırlayana verilir, ama sürecin buna daha sonra da bağlı kalacağının göstergesi değildir. Bu noktada sertifikayı alan yine kendi vicdanına karşı sorumludur, ürünün nihai analizi genellikle yapılmaz. Nitekim yaklaşık beş yıl önce konuştuğumuz bir bebek maması üreticisi, ülkemizden yurtdışındaki merkeze “bizim de katkımız bulunsun” diye organik elma, armut, üzüm, şeftali ve böğürtlen göndermeye çalıştıklarını, ancak yapılan analizlerde sadece elmaların üçte ikisinin istenen kriterleri karşıladığını söylediğinde çok şaşırmıştık. Şaşırmamızın nedeni kalıntı olması değildi, sözleşmeli tarım uygulamasıyla ve muhtemelen peşin parayla yaptırılan üretimin bile isteneni yakalayamaması. Tabi burada bebek maması için aranan organik sınırının erişkinlerin hayli altında olduğunu da vurgulamamız gerekiyor.
Güvenli market nasıl sınıfta kaldı?
Bu örnek aslında vatandaşın aklının bir kenarında olan “organikler de ne kadar organik” sorusunun bir yanıtıdır. Bu şüpheyi doğrulayan başka örnekleri de bire bir yaşadık. Çalışanlarımızdan üç kişinin bir dilim portakalla bile zehirlenmesi, güvenli olduğunu iddia eden marketin bile aslında “salladığını” gösterdi. Ama adli tıbbın doğruladığı bu örnek tarım ilaçları sorununun tahmin ettiğimizden çok daha büyük olduğunu göstertmekteydi. Nitekim yayınlanmış bilimsel araştırmalar da Türkiye’de pek insanların yağ dokularında, annelerin sütlerinde tarım ilacı kalıntısı olduğunu gösteriyordu. Sicilimiz hiç de iyi değildi. İhraç ürünleri için gösterilen hassasiyet, iç piyasaya verilen ürünler söz konusu olduğunda neredeyse tamamen unutuluyordu. Üstelik ilaçlar zararlı mücadelesinin ötesinde kullanılıyor intibaı da yaratıyordu. Örneğin ilaç kullanımı tarladan alınan patates miktarını dört katına çıkarabiliyordu ki, bunun zararlı mücadelesinin başarısı ile açıklanması aslında mümkün değildir. Üstüne üstlük bu tarz bir üretim bir süre sonra toprağı da zehirlemekte, ekimi artık mümkün olamayacak hale getirmektedir. Nevşehir bölgesinde yakın zanda meydana gelen bu durum, patates üretiminin Sivas’a kaymasına neden oldu. Ancak önlem alınmazsa oranın topraklarının tükenmesi de yakındır.
En doğru seçenek ekolojik pazarlar
Bugün “organik” sözü bir ürünü pahalıya satabilmenin tılsımıdır. Gerçekten organik ya da doğal beslenmek isteyenler ekolojik pazarlara gitmek zorundadır. Buralarda mevsimi dışında bir şey bulamazsınız, tadı, kokusu ve dokusu da olması gerektiği gibidir. Fiyatını da sakın çok görmeyin, ilacı basmayıp çapaladığınızda ve çabaladığınızda, ürün yevmiye ücretini de alır, ancak bu halde arı kalır.