Belediye seçimleri konusuna aslına girmeyi düşünmüyordum, ancak yaklaşmakta olan seçim tarihine rağmen adayların bir türlü belirlenememesi konuya değinmek gerektiğini düşündürdü. Bize anlatılan basit tanımla “belediyeler yerel yönetim birimlerini” oluşturur ve o bölgenin sınırları içerisindeki hizmeti yerine getirir. Belediye bölgesi büyüdükçe, günümüzde büyükşehir olarak adlandırılıyor, bütçeler ve harcanan para da büyür. Rahmetli arkadaşım Sinan Keçeli “belediyeler partilerin arka bahçesi, para kapısıdır” derdi. Bu para elbette prestij ya da bambaşka yollarla (telaffuz etmek istemiyorum) imzaları verenlere geri döner.
Geri dönen paranın her zaman “rüşvet” olduğunu düşünmeyin, para bambaşka yerlere aktarılarak hem belediyenin temsil ettiği partiyi güçlendirir, hem de bir sonraki seçimde elde edilebilecek başarılarının anahtarına dönüşür. Hatta Sinan’ın eklediği bir başka anekdot vardı, zamanında sosyal demokrat belediyelerin bir sonraki seçimde kaybetme nedenlerinin dolaşımdaki parayı doğru adreslere aktarmamaları olduğunu söylerdi. Açıklama olarak da sosyal demokrat belediyelerin “geri dönen paranın daha fazla olması nedeniyle” ihaleleri kendi taraflarına değil diğer partilere verdiklerinden dem vururdu.
Seçim yatırımı olarak altyapı – üstyapı ikilemi
Ne var ki paranın gerçekten hizmete dönmesinde de kendi içinde bir ikilem vardır. Gerçekten hizmet etmek isteyen belediyeler özellikle bölgenin dışarıdan görünmesi mümkün olmayan altyapı hizmetlerine de harcama yaparken, vitrine önem verenler parayı en çok görünen yerlere, yani üstyapıya harcar. Vitrin yapmanın en kolay yolu meydan düzenlemeleri, kaldırım çalışmaları ve peyzaj harcamalarıdır. Elbette bunların önemli olduğunu da kimse reddedemez, insanlar yaşadıkları ortamın güzel olmasını isterler. Ne var ki özellikle değişen iklim koşulları, yoğun sağanak yağışlar, dolu fırtınaları ve artmakta olan şehir nüfusu esas gereksinimin altyapıya yatırımına olmasını zorunlu kılar.
Yukarıda saydıklarımız belediyeciliğin kazanmak ve kaybetmek ile alakalı arka planıdır. Belli bir yaşın üzerindekilerin algısındaki belediyecilik ise aslında bir dizi film, yani Şehir ve Adam’la biçimlenir. 1977 yılında TRT’de gösterilen The Man and the City belediye başkanı Tom Alcala’nın yaşadığı şehirle ilişkisini anlatır. Başkan herkesin dostudur, arkadaşıdır. Sabahın ilk ışıklarıyla yola koyulur, elinde kahvaltı niyetine çöreği, her ele her yüreğe dokunur. Adam şehirle yatıp kalkmaktadır, gecesi gündüzü yoktur.
Bir belediye başkanı örneği olarak Tom Alcala
Bu aşamada konuyu meslektaşımız Yavuz Donat’tın 4 Mart 2021 tarihli yazısından alıntı yaparak aktaralım, makale aslında Amasya’nın belediye başkanını anlatıyor, ama ilk paragraf bile işin mantığını yerine koymak açısından yeterince anlaşılır olacaktır:
“Orijinal adı: The Man and the City… Bir dönemin popüler TV dizisi… “Z kuşağının” henüz doğmadığı yıllar.
Başrolde… Efsane aktör: Anthony Quinn.
Amasya… Bir Amerikan şehri değil.
Belediye Başkanı Mehmet Sarı… Bir Anthony Quinn değil.
Ama… Belediyeciliği… Farklı, renkli… TV dizisi gibi.
Amasya‘da… Belediye Meclisi kararı… Yeni işyeri açıyorsanız, tabela Türkçe olacak… Aksi halde ruhsat yok.
Türkçe isimli işyerinde… Tabela vergisi yüzde 50 indirimli.
İşyeri eski… Tabelası yabancı… Patron, tabelayı değiştirmiyor… Öyleyse… Tabela vergisi iki katı.”