Geçen hafta siyasi yapıyı partiler çerçevesinde değerlendirmek istediğimi söylemiştim. Yakın zamanda yapılan iki anket, bugün seçim yapılsa oy dağılımının nasıl olacağı şeklinde birbiriyle örtüşen sonuçlar verdi. Avrasya Kamuoyu Merkezi tarafından yapılan ankete göre AKP yüzde 35, CHP 24, MHP 6, DTP 3, DSP 1.5 oy alacaklar. Milliyet ve Kanal D’nin A&G Araştırma Şirketi’ne yaptırdığı ankete göre ise AKP yüzde 31.4, CHP 17.1, MHP 13.5, DTP 4.5, DSP ise 1.1 oy alacaklar. Her iki anketin yine benzer sonuçlarından biri, cevap verenlerin yüzde 25’i oy verecek parti göremiyor. Bundan daha önemlisi, katılanların yarısı ülkenin durumundan memnun değil, yüzde 27’si ise olanak olsa çocuklarının yurtdışında yaşamasını tercih edeceğini söylüyor. Başka şekilde ifade edeyim, insanlarımızın yaklaşık üçte biri ülkelerini terk etmek eğiliminde. Ne hoş, ne iç açıcı sonuçlar değil mi?
Her iki ankete de internet üzerinden erişebilir ve detaylı sonuçlarını değerlendirebilirsiniz. Ne var ki, nasıl değerlendirirseniz değerlendirin, Türkiye’de siyasi yapılanmada bir sorun olduğunu görmeniz kaçınılmaz. Seçmenin dörtte birinin görüşlerine adres bulmadığı bir ortam, vatandaşın üçte birinin ülkeyi terk etme isteği kolay açıklanabilir bir durum değil. Benim kişisel değerlendirmelerime göre bu durumun temel gerekçesi, “siyaset yapacağız” diye ortaya çıkmış olan partilerin uygulanabilir politika üretmedeki kısırlıkları, ama paralelinde de dışarıya kapalılıklarıdır. Daha önce de vurgulamıştım, iktidar partisi AKP 22 Temmuz seçimlerinden sonra ne yapması gerektiğini bilemediğinden türban meselesine kasten odaklandı. Bu durum kutuplaşmaya yol açarak iç huzuru bozmakla kalmadı, üretilmesi gereken asgari politikaları da engelledi. Ana muhalefet partisi CHP’nin “muhalif olmak dışında” herhangi bir politikası bulunmamakta, lakin bu kısırlık sadece CHP’ye özgü değil, MHP, DTP ve DSP’nin de politikaları yok.
Sevgili okurlarım, “politikası olmaması” saptamamın yanlış anlaşılmasından özellikle kaçınıyorum. Benim tanımlamaya çalıştığım politika ana hatlardan oluşmuyor, örneğin “milli endüstriyi geliştirmek”, “ulusal kaynakları korumak”, “eğitimde fırsat eşitliği yaratmak” gibi ifadeler, benim politika anlayışımda “temenniden” öteye geçemiyor. Ülkemizdeki siyasi partilerin hangi görüşü savunurlarsa savunsunlar “kötü niyetli” olduklarını varsaymam bile mümkün değil. Buna karşılık benim politika tanımlamam “ayrıntılı program oluşturmuş” olmak anlamına geliyor. Örneğin geçtiğimiz günlerde süt üreticileri mevcut yaklaşımlarla süt üretiminin ileri derecede düşeceğini açıkladı, açıkça “yakında süt bulmayacaksınız” dediler. Örneğin YÖK Başkanı’nın “kontenjan yüzde 25 artırılacak” sözleri ise gülümsemeyle karşılandı. Zira bugünkü koşullarda kontenjanı yüzde 25 artırmanız ve diploma dağıtmanız sadece diplomalı işsiz sayısının artması ile sonuçlanacaktır. İşte politika oluşturmuş olmak, bu olasılıklara karşı planlı çözüm önerisi sunmak anlamını taşıyor.
Siyasi yapılanmanın temel sıkıntısı, içi doldurulamayan söylemlerden bir adım bile öteye geçememek, siyasi inancı takım taraftarlığı fanatikliğiyle savunmaktır. İktidar sahibi olanlar mevcut konumu rant elde etmeye endeksler, muhalefette kalanlar ise iktidarı eleştirmekle sınırlı kalır, iktidara geçip rantın yeni sahibi olmanın özlemini kurar. Bir ülkenin böyle bir ortamda ileri gitmesi, sıçrama yapması asla mümkün değildir. İşte bu nedenlerle yeni bir yapılanmaya gereksinim duyduğumuzu özellikle vurguluyorum. Bu yapılanma bir siyasi parti değil, bir ayrıntılı planlama sürecidir. Değişik konularda bilgi sahibi “akîl” insanların bir araya gelmesi, planlaması ve daha sonra bu planlarını kamuoyuyla paylaşılması gereklidir. Söz konusu akil insanlar, bugün oy verecek adresi bulamayan yüzde 25’i oluşturmaktadır. Akîl insanların aradığı destek ekonomik katkı değil, dürüstlük, çıkar gütmeme ve katılımcılıktır.