Rahmetli Ergun Köknar “hem patron hem de gazeteci olmak zor iştir” demişti de o zaman anlamamıştım. Nezih Demirkent’ten bahsediyordu. Doğruydu, Dünya Gazetesi ile tanışmam da tamamen tesadüf eseri olmuştu. Sene 1994’tü, benim kanser alanında uzmanlığa girişimin henüz ikici yılı bile değildi. Öteden beri yazardım, benim için yazmak bir iş değil, daha çok görevdi. Bizim onkoloji dergisi meğer Dünya Gazetesi’nin matbaasında basılırmış, Nezih Beyin de aklında da sağlık alanında bir dergi çıkartmak varmış, alakam olmayan derginin sadece tanış olduğum yürütücülerine “gelsinler de konuşalım” diye bir haber salmış.
Onlar yazarçizer takımı olmadıklarından, benim de el gazetesi, matbaa, yıllık, konuya aşina olduğumu anladıklarından “sen de bizimle gel dediler. Gazetenin kapısından ilk girişim böyle oldu. Henüz bitirilmemiş bir binanın giriş katına genişçe bir oda, Nezih Beyi ilk defa o gün gördüm. O zaman ne internet var ne de cep telefonları, “ben size uygun görürseniz bir rapor hazırlayım” dedim. Kim olduğunu kavradığım ama bilmediğim Nezih Bey “bir sonraki sefere ben ziyaretinize gelirim” dedi, tevazuun mertebesini anlamıştım, mutabık kalıp ayrıldık.
Aradan belki bir belki de iki hafta geçti, hatırlamıyorum. Nezih Bey iade-i ziyaretini Onkoloji Enstitüsü’nün birinci katındaki küçük bir toplantı odasında yaptı. Kısa bir toplantıydı, çıkarken merdivenin başında sözünü verdiğim raporu sundum. Parmaklarını diline götürdü, Bir 286 model bilgisayarın nokta vuruşlu yazıcısından çıkmış yedi sayfa yazıyı gözden geçirmesi on saniye sürdü. Bugün geçmişe bakınca, tartışmasız söyleyebilirim, hayatımın belki de en önemli dönüm noktasıydı, boğuk sesiyle “sen gel bizde yazmaya başla” dedi, “üç dört yazı yaz gönder …”
Dört yazı kaleme alıp gazetenin sekreteri Zehra Hanım’a yolladım. İlki sanırım benim ilk ve son kez “gözlemci doktor” olarak gittiğim New York zamanlarımda basıldı. Dönüm noktası” dememin nedeni tam da bu, çünkü ben artık dünyaya gazeteci gözüyle bakıyordum. Kitapçıları “bunlar ne yapmışlar” diye dolandım durdum. Oradaki çeşitliliğe kıyasla burası bir çöl bile sayılmazdı, ilk getirdiğim örneği hala saklarım.
Nezih Bey zamanla Nezih Ağabey’e dönüştü, hafta içi birkaç kez gidiyordum, “hafta sonu gel, daha rahat konuşuruz” deyince cumartesileri de uğrar oldum. Olasılıkla çektiği sancı bugün benim için de aynı, etrafta konuşabileceklerin sayısı azdı. Burası büyük bir aileydi, hatta aileden bile fazlası; önceleri sadece köşe yazısı, ama sonra niyet ettiği dergi de gruba eklendi. Yolumuz ağını ören kaderin olasılıkla bilinçli tercihiydi, “tesadüf” zarfında sunuldu.
Nitekim Nezih Ağabeyden öğrendiklerimi başka hiçbir yerden öğrenmedim. “İşin başındakini görmek istiyorlar” diye hayıflanırdı uzun yurtdışı yolculuklarının öncesinde; doğru “işin başındaysan başında kalacaksın” olurdu yorumum, izinli günlerimde de hastaneye gitmemin nedeni budur. “Vazgeçilmeyecek adam yoktur” derdi; bunu özel bir anda değil, her gün önüne konulan en az otuz gazetenin sayfalarını tek tek çevirirken söylerdi. Kulağıma küpe olarak taktım, en önemli sözüydü, asla unutmadım.
Aslında her ne söylese nasihat değil talimattı. Artık laf nereden estiyse, ben mi sordum emeklilik hevesini, o kez sözü talimat değil teslimattı, “ben işimin başında gideceğim” dedi; emsalini bulan diğer küpe usulca yerine yerleşti.
Kimileri dinlemek, kimileri anlatmak için vardır; Gazeteciliğin düsturu ise ne sadece dinlemek ne de anlatmaktır; gazeteci bilmekle onurlandığını, söylemekle yükümlenir. Nezih Ağabey’den kalan usul, her sabah her cenahtan en az dört gazetenin balıklarını ve köşe yazarlarına mutlaka bakarım. Bir kısmı okumaya değer içerik aktarır, ama yaranmak için döktürülenler daha eğlencelidir, “bakalım bugün nasıl top çevirecek” niyetiyle okursunuz. Oysa hayat sokakta vuku bulur, haber basın toplantılarından ziyade ayaküstü bilgi alışverişlerinden doğar. Olaylar aslında ortadadır, algılamanız ve yorumlamanız sizin çabanıza ve birikiminize kalmıştır. Not almaya devam edersiniz, çünkü söyleyecek yeni bir şeyleriniz hep vardır; yaşam bile bazen durur, ama DÜNYA durmaz
Belki de bundan, beni yetiştirip arif kılan ağabeyimin taziye defterine sadece bir tek cümle bıraktım:
“Geride bıraktıklarının her zaman yanında olacağım.”
Biz de DÜNYA olarak kaldığımız yerden değil, çıktığımız yoldan devam edeceğiz.
Not: Bu yazı https://www.dunya.com/yazar/yavuz-dizdar/1414 adresinden alınmıştır.