Bu hafta size neden hastalandığınızla ilgili iki tane sağlam örnek (vaka/case de denir) anlatacağım. Bu örnekler aslında nadir değiller, tablonun bütününü göstermeyeceğim, aksi takdirde dehşete kapılabilirsiniz. Ancak şu konuda içiniz rahat olsun ki, daha sağlıklı yaşayabilmeniz için sizin adınıza çalışan çok deneyimli bir ekip faaliyetlerini düzenli olarak sürdürmeye başladı.
İstanbul’da oturanlarınız bilecektir, Beşiktaş’ta çarşının içinde Yedi Sekiz Hasan Paşa adında çok eski bir fırın vardır. Yedi Sekiz Hasan Paşa padişhın muhafızıymış, ama iş tanımına göre daha çok zabıta gibi çalışır, işini doğru düzgün yapmayanların korkulu rüyası olumuş. Yazma bilmediğinden adını Arapça 7-8 rakamlarıyla yazdığından, lakabı böyle kalmış. Onun adına kurulu bu fırın da kısa süre öncesine dek İstanbul’un en iyi kurabiyelerini yapardı. Klasik ev usulü üzümlü, portakallı, elmalı kurabiyelerin yanı sıra, acıbadem, un kurabiyesi gibi ürünlerinin tadına doyum olmazdı. Bu fırın aynı zamanda kepekli çavdar ekmeği gibi öyle kolay kolay bulamayacağınız ekmek seçeneklerini de üretirdi. Yolumuz düştükçe biz de bu katıksız ürünlerden faydalanırdık.
En son anneannemiz bu fırından yine portakallı ve üzümlü kurabiye almış. Üzümlüde bir sorun yok, ancak portakallısı öncekiler gibi değildi. Derken geçen hafta ben aynı alışverişi yaptım, hiç adetim değildir ama, parayı öderken kesekağıdını açıp bir tane portakallı kurabiyeyi ağzıma atacağım tuttu. “Genzime” gelen tat bir anda değişikliğin ne olduğunu algılamamı sağladı, bu kurabiye portakallı değil, portakal esanslıydı. “Siz bunlara portakal değil, portakal esansı koymuşsunuz” dedim, tezgah arkasındaki beş adam sus pus kalıverdiler. Derken biri toparlandı “ustaya sormamız lazım” dedi. “Peki, sorun “ dedim. O kadar kötü bir esans tadı ki bir türlü geçmiyor, kurabiyeleri sadece üzümlü olacak şekilde değiştirttim. Bir sonraki alışverişim ise geçen cumartesiydi, “sordunuz mu” dedim. “Evet, esans koyuyormuşuz” dediler, “elimizdeki esansı bitirene kadar devam edeceğiz”. Böylelikle benim bu durumu sizin için yazmam boynumun borcu oldu, Yedi Sekiz Hasan Paşa’nın portakallı ve elmalı kurabiyeleri esanslıdır, sakın almayınız! Ama yolunuz düşerse bu durumu dükkan sahiplerine de vurgulayınız.
Bir diğer örnek eski bir arkadaşımın annesinden geldi. kadın uzun süreden beri öksürüyormuş, doktora gitmiş, akciğer hastalığı başlangıcı deyip üç tane ilacı dayayıvermişler. Hiçbir şey değişmeyince beni aramak zorunda kalmış, geldi Çapa’ya. Baktım, alakası yok, ama ihmal etmedim Göğüs Hastalıkları’ndan bir öğretim üyesi arkadaşıma sordum, o da aynı şeyi söyledi. Bu tür açıklanamayan öksürük durumlarında bir cins tansiyon ilacından da kuşkulanmak gerekir, benden önce görenlerin aklına gelmiş, böyle bir durum yok. Gereksiz kullanılmaya başlayan ilaçlar kesildi, takip edelim dedik. Sonra ne oldu biliyor musunuz, yılbaşının ertesinde aradım, öksürük hala sürüyormuş. Bizim Enstitü Müdürümüz Erkan Topuz sürekli söyler durur ya, benim de soracağım tuttu: “Siz” dedim “evde yeni bir halı, yeni bir perde gibi büyük bir değişiklik yaptınız mı?” “Evet” demesin mi, “yatak odasını değiştirdik, zaten ondan sonra evdeki kadın da öksürmeye başladı!”
Bu iki örnek şunu anlatıyor, hayatımız gıda esansları, sentetik çarşaflar, suni halılar, sıfır araba döşemeleri, aklınıza her ne gelirse ablukaya alınmış durumda. Plastik denen şeyin “elastik” olmasını sağlayan içine konan eriticilerdir. Ürün yeni iken bunlar ürüne esnekliğini veriyor, uçup gittiği zaman da ürün kırılıyor. Şimdi düşünün buzdolabı saklama kaplarını, aldığınızda son derece esnekler, eskiyince “çıt” diye kırılıyorlar. Soru aynen şu: “Peki bu esnekliği sağlayan eriticiler nereye uçuyor?” Elbette sizin solunum yollarınıza, sakladığınız gıdaların içine, cildiniz yoluyla vücudunuza.
Yedi Sekiz Hasan Paşa bile böylesi bir ihanete uğramışken, sizin sağlıksız olmanızda şaşırılacak bir durum yok, şaşırılacak olan şey hala sağlıklı kalabilmiş olmanız!