Türkiye geçtiğimiz günlerde ilk defa zeytinyağında hak ettiği pozisyon için devlet nezdinde girişimde bulundu, Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen “Zeytin Tanıtım Grubu”nu oluşturma hedeflerinin gerekçelerini açıkladı. 2006 yılında zeytinyağı ihracatı miktar bazında yüzde 51.6, değer bazında ise &39.5 azaldı, Tüzmen bu nedenle Zeytin Tanıtım Grubu’nun da Turquality çalışmaları içinde değerlendirileceğini söyledi. Bu girişim, devletin kendisine ait zeytinliklerin işletilmesini vatandaşına serbest bırakan yaklaşımının ardından aslında çok büyük önem taşıyor,
Ege sahilleriyle, daha doğrusu Ayvalık’la tanıştım tanışalı zeytinyağı benim de özel ilgi alanımı oluşturuyor. Ayvalık’tan yüklenen yağlar uzun yıllar gemilerle Sirkeci Yağ İskelesi’ne taşınmış. Yörenin zeytinyağı benim damak tadım açısından emsalsiz, çevreme benimsetmek konusunda da başarılıyım, ne var ki dış piyasalara baktığınızda Türkiye kendisine vitrinde bile yer bulamıyor. Zeytinyağı denince akla gelen ülkeler İspanya, İtalya ve bir yere kadar Yunanistan. Son Ayvalık yolculuğumda zeytinyağı konusunda kaynağından bilgi aldım; neyi eksik, neyi yanlış yaptığımızı sorgulamaya çalıştım.
Hüseyin Kesebir Ayvalık Alibey’de aileden zeytincilikle uğraşıyor. Dahası genç kuşak olarak modern tarım teknikleri konusunda alabildiğine araştırmacı ve ısrarcı. “Biz mübadele sonrası geldiğimizde” diyor, “bu yörede 200.000 zeytin ağacı varmış, bugün ise bu 120.000 ağaca geriledi”. Ömrü biten ya da kesilen açların yerine yenisi dikilmemiş. Durum böyle olunca kalanın ömrünü ne kadar sürdüreceği de ayrı bir merak konusu. Ama sorunun bir başka yönünü zeytincilikte kullanılan teknikler oluşturuyor. Yunanistan’ın konuya verdiği önemi görmek için adalara gidiyor, zeytinciliğin nasıl yapıldığını inceliyor. Bizim kullandığımız yöntemlerin miadını çoktan doldurduğunu görüyor. Yeni uygulama ağaçların altına ağ takılması, dökülen zeytinler daha sonra elektrikli süpürge benzeri bir makine yardımıyla toplanıyor. Bu yöntem hem ürün kaybını azaltıyor, hem de uygulamayı olağanüstü kolaylaştırıyor, hem de işgücü maliyetini düşürüyor.
Zeytincilikte yol yöntem bilmiyor olmamızın ötesinde bir diğer önemli sorunumuz ürünümüzü pazarlayamamak. Bugün için Türkiye’de tek alıcı Tariş, gelin görün ki kuruluş amacını yitirmiş durumda, tüccar gibi çalışmakta. Yıllardır süregelen yaklaşım, üreticinin elindekini düşük fiyattan toplamak, “marka yaratmak” gibi çabalara girmeden toptan fiyatına Avrupa’ya satmak. Başlıca müşterimiz de İspanya. Ne var ki İspanya bizden aldığı birinci sınıf ürünü Türk malıdır diye satmıyor kuşkusuz, “İspanyol zeytinyağı” olarak pazarlıyor. Tariş alıcı bulamazsa (bu yıl itibarıyla 10 bin ton yağın elde kaldığı söyleniyor) zeytinyağı depolarda bekliyor. Bu durumda ne üretimden ne de itibardan kazancımız oluyor.
Araştırdıkça yapılabilecekler konusunda aslında bizim gibi gönüllü olanlarla da karşılaşıyoruz, üstelik fazlaca aramamıza gerek kalmadan. Muhsin Özbek yakın dostumuz, bir sohbetimiz sırasında laf lafı açıyor ve bu konuda ülke adına girişimde bulunmak isteyen gönüllülerden biri olduğunu öğreniyorum. Diyor ki, “Ayvalık zeytinyağlarının kalitesi konusunda İtalyanlar da hemfikir. Bu yöre zeytinyağları butik makarna restoranlarında yer buluyor, çünkü zeytin rayihası en yoğun zeytinyağını üretmekteyiz”. İtalyan şirketin de amacı Ayvalık bölgesinde çıkabildiği kadarıyla bütün kapasiteyi almak. Bu yılda yaklaşık yüz bin tona denk geliyor. Ancak şirketin kuşkusuz bir kalite şartı bulunmakta, malın İsviçre merkezli bir laboratuar tarafından kontrol edilmesini, ürünün İtalya’da gümrükte test edilmesini şart koşuyorlar, “ürün numuneyle aynıysa” onay verilecek.
Peki sizce bunca şarta neden gerek duyuyorlar? Çünkü Türkiye’den giden zeytinyağları çiçek yağıyla karışık, makine yağıyla karışık, mazotla karışık çıkıyor. Üstelik söz konusu yağlar merkezi İzmir’de olan bir şirketin testlerinden geçmiş ve onaylanmış mallar… Gemide mühürlenmeden numune alınıyor, onay veriliyor. Ne var ki İtalyanların yaptığı analizlerde mallar sorunlu çıkıyor ve geri gönderiliyor.
Muhsin Özbek Ayvalık’taki ulaşabildiği üreticilere faks göndererek numune istiyor. Numune yollamakta zorlanıyorlar, yollamıyorlar ya da numuneyi de satmaya çalışıyorlar. Sonuçta koca Ayvalık’ta üç kişi numune gönderiyor. Özbek o bölgenin buna hazır olmadığı, hatta “numune bazında” bile hazır olmadığı sonucuna varıyor. Zira numune tatmak için değil, laboratuar testlerini karşılaması için en az 1 litre olmalı. “Deneme yağı” isteniyor, oysa üretimin teknik analizi zaten bulunmamakta, teknik “spekt”e ilişkin veri yok. :Bu durumda “%1 asit içerir” lafı havada kalıyor.
Sözün özü zeytinyağı konusunda yapabileceğimiz çok şey var. İlk adım küçük üreticilerin birleşmesi. Sonraki adımı ise güvenilir analiz yapabilecek bir laboratuar kurmak oluşturuyor. Bu aşamadan sonra ziraat fakültelerinin ilgili bölümlerinin “sahaya inmeleri” ve modern zeytincilik tekniklerini benimsetmeleri gerekiyor. Üretim ortaya çıkınca son adım bunu markaya dönüştürmek ve pazarlamak. Bu nedenle geçtiğimiz hafta başlatılan girişim özellikle önem taşıyor. Bu düşün gerçek olması için biz de elimizden geleni ardımıza koymayacağız.