Bu hafta aslında yazılması gereken başka konular da olmasına rağmen, size hastaların “yön bulamama” sorunundan bahsetmek istiyoruz. Çünkü “yönünü kaybetme, duvarlara toslaya toslaya ilerleme” dünyanın hiçbir ülkesinde ülkemiz kadar ağır yaşanan bir durum değil. Bu sorun başta kanser olmak üzere yaşamı tehdit eden hastalıklar için daha büyük bir ağırlık taşıyor, çünkü tedavi olamamanın karşılığı yaşamını kaybetmek haline geldiğinde, hasta karar vermekte daha fazla zorlanıyor. Ancak “çözülmesi zor” diğer hastalık durumları için de benzer koşullar söz konusu, bazen danışılan doktorların ortaya koyduğu öneriler o kadar çelişkili hale geliyor ki, ne yapacağınızı şaşırıyorsunuz. Üstüne üstlük içerisine düşülen bu durumda paranız olsa da, hatta çok zengin olsanız bile kurtulamıyorsunuz. Para bir çözüm olmaktan çıkıyor, özel muayenehanelerine gittiğiniz anlı şanlı doktorlar, hastalığınızın adını bile koyamıyorlar.
Bütün şehirlerde doktorların ya da avukatların toplandıkları belli bir cadde, mahal bulunur. Bu yer genellikle o şehrin en işlek caddesi, yerleşim merkezi küçükse “çarşı” bölgesidir. Türkiye genelinde bakacak olursanız, özel koşullarda erişebileceğiniz en yüksek mekan Nişantaşı piyasasıdır. Artık ironik midir dersiniz, tesadüfle mi açıklarsınız bilemiyoruz, Nişantaşı aslında Osmanlı sultanlarının da avlanma mekanıdır. Aşağıda Ihlamur’dan yukarıda Şişli’ye kadar olan bu bölge zamanında atış ve av mekanı olarak işlev görmüştür. Aradan geçen yüz yılda her yer binalarla dolmakla birlikte, özel muayenehanecilik açısından baktığınızda bu avlanma mantığının aynen korunduğunu görüyoruz. Nişantaşı bugün için de sağlığı konusunda yönünü kaybetmiş olanların özel sağlık sektörü tarafından avlandığı mekan olma özelliğini sürdürmektedir. Burada “tavsiye üzerine” bir kez bir tüccar doktor muayenehanesine düşmeye görün, çark işlemeye başlar ve öğütülürsünüz. Kötü niyetli bir doktor umut vermek yerine önce hastalığınızın ne kadar vahim olduğunu anlatmakla başlar işe. Bu an, boş bulunursanız, kancanın benliğinize takılma anıdır. Sonra, yapılacak iş her ne ise onu en iyi kendisinin yapabileceğini anlatmaya başlar. Bu çabalarının en önemli amacı “biat etmeniz”, onun sözünden dışarı çıkmamanızıdır. “Gerekli durumlarda onun gönderdiği doktora gitmeniz ‘şarttır’, zira başkasına güvenmemektedir”.
Sonraki aşamada sizden tetkikler istemeye başlar, bu tetkikleri de mutlaka onun önerdiği yerlerde yaptırmanız gereklidir, çünkü başka laboratuarların yaptıkları kesinlikle güvenilmezdir. “Madem yola çıkılmaktadır ve harcama yapılacaktır, o halde en iyisini yaptırmak en doğrusudur.” Böylelikle üniversite hastanelerinde 10 liraya yaptıracağınız tetkiki 100 liraya yapan yerlere gönderilirsiniz (oran tamı tamına doğrudur, abartma olsun diye vermiyoruz). Sizi oralarda genç ve alımlı hanımlar karşılar, çay, kahve ikram edilir. Herkes şık, herkes naziktir. Daha sonra bunları toplar ve yolunuzu kaybettiğiniz için bir kere güvenmek zaafınıza düştüğünüz doktorunuza götürürsünüz. Bu kez yapılacak ana işlem için pazarlık başlar. Madem o takip edecektir ve bu konuda en iyisidir, on binlerce dolarlık olmayacak rakamlar telaffuz edilir. Eğer karşı karşıya geldiğiniz doktor mesleğinde gerçekten iyiyse bu süreçten “sadece yolunarak” çıkarsınız.
Ama değilse, işte o zaman “paranızla rezil olma” aşaması başlamış demektir. Bu kez başka doktora gidersiniz, o önceki uygulamaların tamamen hatalı olduğunu söyleyerek, yeni yeni tetkikler ister ve başka yerlere gönderir. İçinizdeki güven duygusu tamamen sarsıldığından, bu kez üçüncü görüş istersiniz. Sürpriz! Aslında bunların hiçbirinin yapılmasının gerekli olmadığını öğrenirsiniz. İşte bu anda “çaresizlik” dönemidir, yani sözüne güveneceğiniz insan kalmamıştır.
Bütün bunlardan ötürü size başlangıç açısından önerimiz şudur. Yolunuzu kaybettiyseniz mutlaka bir üniversite hastanesine başvurun, “tam zamanlı” çalışan bir doktor bulun, özel muayene için gerekiyorsa para da verin. Bu size en azından temel güvenceyi sağlar. Nişantaşı avlanma mekanıdır, kime gideceğinizi bilmiyorsanız asla ve asla Nişantaşı’na çıkmayın, avlanırsınız!