Bir süreden beri organik tarımın önemi, tarım ilaçlarının kanser ve diğer hastalıklarda oynayabilecekleri olumsuz rolden söz ediyoruz. Geçen haftaki yazımızı ise geçtiğimiz yüzyılın ikinci yarısından itibaren hakim olmaya başlayan bilim algısının sorunları çözümlemekte neden eksik (ya da duyarsız) kaldığına ayırdık. Bu yeni bilim algısı sorunlara “risk” olarak bakar, riski de istatistiksel anlamlı seviyede bulamazsa (oysa anlamlılık seçilen metodolojiyle yakından ilişkilidir) görmezden gelir. Kısacası içine düşülen durum bir “ne şiş yansın ne kebap” öyküsüdür. Çünkü ülkemizde ne miktarda ve ne düzende tarım ilacı kullanıldığı kesin olarak bilinmemektedir. Hangi ilaçların (yasaklanmış olanlar da dahil) ithal edildiğine dair kesin veri yok. Tarım ilacı kullanımı ithalatçının insafına ve çiftçinin “zaafına” kalmış durumda. Bu noktadan hareketle biz de İstanbul Üniversitesi bilimsel veri tabanı üzerinden, bizim ülkemizde yapılmış, bizim insanlarımızdaki ve çevremizdeki tarım ilacı kalıntıları konusundaki araştırmaları taradık (kullandığımız anahtar kelimeler pesticid, tissue, Turkey oldu). Bu araştırmalar “varsayım” değil, doğrudan akademik çalışmalar, açıklığa çıkarttıkları tablo ise ciddi bir felaket.
Ülkemizden yayınlanmış ilk çalışmalardan biri, Gazi Üniversitesi’nden Burgaz ve arkadaşları tarafından 1984-1985 yıllarında Ankara’da toplanan insan yağ dokusu örneklerinde tarım ilacı analizi içeriyor. Bu çalışmanın tam metnine erişemesek de (malum, bilimsel dergi para istiyor), sonraki makalelerde bu araştırmada da dokularda tarım ilacı bulunduğu açıkça yazıyor (1). Aynı ekipten Karakaya ve arkadaşları, 1991-1992 yıllarını kapsayan sonraki bir analizi daha gerçekleştiriyorlar (aradaki süreçte bir zamanlar Nobel ödülü almış DDT’nin aslında ne kadar zararlı olduğu anlaşıldığından yasaklanmış olsa da), yağ dokularında tarım ilacı kalıntılarının sürdüğünü gösteriyorlar (2). Çok ve arkadaşları tarafından bir diğer çalışma 1995-1996 yıllarında Manisa’da yine vatandaşlarımızın yağ dokusu örneklerinde yapılıyor, DDT miktarının azalmasına karşılık, tarım ilacı kalıntısı bulunmakta (3). Aynı ekip 1995-1996 yıllarında anne sütünde tarım ilacı düzeyine bakıyor, sorun aynen sürmekte, tarım ilaçları anne sütünde mevcut. Makalelerinin yorumunu “daha ciddi önlemler alınması gerekli” diye bağlıyorlar (4).
Annelerin sütünden dokularımızdaki yağa kadar her şey “bulaşık”!
Aynı yıl Hacettepe Üniversitesi’nden Ayas ve arkadaşları Göksu deltasında tarım ilacı kalıntılarını araştırıyorlar, su kuşları açısından doğal rezervuar olan bu havzada başta tarım alanları olmak üzere ilaç kalıntısı tespit ediyorlar (5). Bundan iki yıl sonra yine Hacettepe Üniversitesi’nden Barlas, Yukarı Sakarya Havzası su sistemi ve canlılarında tarım ilacı arıyor, su, zemin çökeltisi ve balık yağ dokularında buluyor, “Tarım ilaçları çevrede çok fazla olmasa da, besin zincirine girdiğinde birikici etki yapar” şeklinde yorumunu da makaleye ekliyor (6). Barlas 2002 yılında bu kez İç Anadolu’da aynı çalışmayı yürütüyor, balıklarda yüksek miktarda tarım ilacı depolandığını ve hastalık durumu yarattığını belirtiyor. Yüksek miktarda DDT türevinin “hala” bulunmasını ise “1980’lerde yasaklanmış olmasına rağmen olası illegal kullanımının devam ettiği” şeklinde yorumluyor (7).
2003 yılında yayınlanan bir başka araştırma ise Kahramanmaraş bölgesinde yaşayan kadınların sütlerinde tarım ilacı kalıntısına bakıyor, araştırma Belçika ile yapılan ortak bir çalışma, bütün anne sütü örneklerinde olmasa da üçte birinde tarım ilacı artığı saptanıyor (8). Çok ve arkadaşları Ankara bölgesindeki kadınların sütlerinde yaptıkları 2002 analizinde, DDT türevi tarım ilacı miktarının azaldığını saptıyorlar, ancak ilaç kalıntısı hiçbir zaman sıfıra inmiyor (9). Aynı yıl yayınlanan Karadeniz’deki kirlenmeyi analiz eden araştırma ise Akdeniz ve Ondokuz Mayıs Üniversitelerinin ortak çalışması. Özellikle Karadeniz’e açılan nehir yataklarından alınan örneklerde tarım ilacı bulunmakta (10). 2004’te kadın vatandaşlarımızın doku örneklerinden yapılan bir başka araştırma ise poliklorlu bifenil tarım ilaçlarını incelemiş ve bunun bazı türevlerinin “endüstrileşmiş ülkelerden daha yüksek miktarda” bulunduğunu saptamış (11). 2005’te Kahramanmaraş’ta balıklarda yine tarım ilacı kalıntıları saptanmış (12). Aynı yıl Uluabat Gölü’nde yapılan çalışma 11 organoklorin tarım ilacıyla kirlenme olduğunu göstermekte, bu durum doğal olarak Bursa bölgesinin de kirlenmiş olduğunu göstermekte (13). Bir sonraki yıl erkek vatandaşlarımızın yağ dokularında yapılan bir diğer araştırma ise yine dioksin benzeri poliklorobifenil bulunduğunu göstermekte (14).
Üniversiteler görevini yapıyor, peki “resmi otorite” nerede?
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarında tarım ilacı kalıntısına yönelik erişebildiğimiz son iki çalışma ise bu yıl (2010 Temmuz!) yayınlanmış. Biri Adana Adli Tıp Morgu’ndan 82 vakadan alınan doku örnekleri. Örneklerin yüzde yüzünde (%100) tarım ilacı kalıntısı var ve kadınlarda erkeklere göre anlamlı daha yüksek, yani kadınlar daha çok zehirleniyor (15). Çok ve arkadaşları tarafından yapılan diğer çalışma ise kısırlık sorunu olan ve olmayan erkekleri karşılaştırmış, hepsinde olmasa da bazı tarım ilacı kalıntıları açısından anlamlı fark bulunmuş (16). Erişebildiğimiz ve sizin için derlediğimiz bütün bu çalışmaların sonuçlarını gelecek hafta yorumlayacağız.
Kaynaklar: (1) Bull Environ Contam Toxicol 1987; 38: 941-945. (2) Bull Environ Contam Toxicol 1994; 53:501-508. (3) Bull Environ Contam Toxicol 1998; 61; 311-316. (4) Bull Environ Contam Toxicol 1997; 59: 577-582. (5) Aquatic Toxicology 1997; 39: 171-181. (6) Bull Environ Contam Toxicol 1999; 62: 278-285. (7) Bull Environ Contam Toxicol 2002; 69: 236-242. (8) Environment International 2004; 30: 659-666. (9) Bull Environ Contam Toxicol 2004; 72: 522-529. (10) Marine Pollution Bulletin 2004; 48: 1076-1083. (11) Environment International 2004; 30: 7-10. (12) Environment International 2005; 31: 703-711. (13) Environmental Monitoring and Assessment 2006; 118: 383-391. (14) FABAD J Pharm 2006; 31: 7-14. (15) Bull Environ Contam Toxicol 2010; 85: 97-102. (16) Environmental Monitoring and Assessment 2010; 162: 301-309.