Geçen haftalarda gelişimini olabildiğince yalın irdelemeye çalıştığımız İngiliz Doğu Hindistan Şirketi’ne atfettiğimiz önem sadece bugüne bıraktığı izden kaynaklanmamaktadır. Tarih boyunca pek çok şirket doğar, dönemim koşullarına göre biçimlenir ve büyür, ardından da bir biçimde tasfiye dönemine girer. Günümüzde olayların akışının bu denli hızlanmış olması yanıltıcı etki yaratır, ticari şirketler ihtiyaçların karşılanması mantığından doğar, gelişme aşamaları reklam ya da promosyonlarla yönlendirilebilir, ama kalıcılık değişime ayak uydurabilmekle yakından ilişkilidir. Dolayısıyla uzun solukluluk kavramı “insanın neyi istediği” sorusunun yanıtlanmasına bağlıdır.
Gerçekten de insan ne ister? Ticari faaliyet söz konusu olsa bile insanların temel gereksinimleri tarih boyunca çok derin değişiklikler göstermez. En temel gereksinim karnının doymasıdır, bir sonraki aşamada barınma gereksinimi ortaya çıkar. Tarih öncesinde de insanlar bir şekilde karınlarını doyurur, mağara da olsa yaşam alanı olarak bir mekanı kullanır. Her zaman gerekli olabilecek üçüncü gereksinim ise güvenlik gibi görünmektedir, toplumda refah düzeyinin artmasıyla beraber daha büyük bir ihtiyaç haline gelir. Ne var ki aileden varlıklı bile olsanız bu üç gereksinimin karşılanabilmesinin yolu yine de çalışmak olacaktır. Doğrudan ya da dolaylı bir iş sahibi olmak ya da düzenli gelir elde etmek, zorunlu üç gereksinimle örtüşen, hatta iç içe geçen apayrı bir kavramdır. Ticaret, ister maaşlı, isterse serbest olsun, bu iş faaliyetinin kurallarla tanımlanmış biçimidir.
İnsanın değişmesi zor özellikleri
Oysa insanın doğasında olan ve deyişlere ya da atasözlerine konu olmuş değişmesi zor özellikleri vardır. Bunlardan birkaçını sıralayacak olursak:
(1) Bedava sirke baldan tatlıdır; yani çok az uğraşla çok daha fazlasını elde etmek arayışı evrenseldir.
(2) Altın yumurtlayan tavuk kesilmeye adaydır; yani son derece makul ve düzenli dönen bir iş bile olsa insan bunun toptan getirisini süreci sonlandırmak pahasına tercih edebilir.
(3) Bal tutan parmağını yalar; artık çalışarak kazanmak yerine kazanılan konum sayesinde çalışmadan kara ortak olmak durumudur. Bu da bir yerde altın yumurtlayan tavuğun kesilmesi biçimidir ya da en azından tavuğa verilmiş eski yemlerle de yumurta alınabileceğine inanılır.
(4) Çok mal haramsız olmaz; bu aşamada artık etik değerler tümden terk edilmiştir, başkasının çalışarak elde ettiğinin üzerine cebren ya da nüfuz kullanarak çökülmesi söz konusudur.
İlkeler ve özellikler çatışması
İnsanlar, toplumlar ya da şirketler genellikle “çalışan kazanır” ilkesiyle yola çıkarlar, bu yaklaşım doğrudur ve her zaman az ya da çok karşılığını bulur, “ayağını yorganına göre uzat” betimlemesiyle devam eder. Ancak çalışıp ihtiyacından ya da harcayabileceğinden fazlasını kazananlar için bir sonraki aşama “ak akçe kara gün içindir” yaklaşımıdır, işlerin olumsuz gitmesine de hazırlıklı olunmasını, beri yandan tasarrufun önemini anlatır. Göründüğü kadarıyla da sorun bu normal döngünün (1) numaralı önermeyle kesişmesinden ortaya çıkar, bedava sirke baldan tatlı olduğuna göre “işin ucuzuna” kaçılır, daha az çalışarak daha çok kazanılabileceği olasılığı belirir. Yaklaşım tutarlı olsa da ister istemez (3) numaralı “bal tutan parmağını yalar” düsturunu benimsemiş olanlarla yolların kesişmesiyle sonuçlanacaktır.
Normal şartlar altında bu aşama bile kendi içinde bir denge halindedir, zira bal tutanın yalayacağı olsa olsa parmağıdır. Ancak (1) numaralı yaklaşım parmaktan fazlasının olasılığını hatırlatınca bu kez (4) numaralı önermeye sürüklenir, işin artık cılkı çıkmış demektir ve ister istemez “çökme” kavramı ortaya çıkacaktır. Oysa son bir deyiş ya da aşama daha vardır, bunu da haftaya tartışacağız.