Aşırı imkânın getirdiği kısıtlılık

Gençlerin gururları “Z kuşağı” betimlemesiyle dolaylı yoldan kabartılsa da ellerindeki imkânları ne kadar iyi kullandıkları tartışılır Üstelik bu bir durum değerlendirmesi değil, pandemi nedeniyle ortaya çıkan eğitim açığını kapatamamalarıyla da ilişkili bir saptama. Okulların yüz yüze eğitime uzun süre ara vermeleri bilinenlerin de unutulması ile sonuçlandı. İçerik eğitim ve öğretim diye sınıflandığında da saptamanın geçerliliğinde bir değişiklik yok. Eğitim öğretimin aksine zaten yüz yüze yapılmak zorunda, bireyin eğitimi sadece öğretim müfredatının belletilmesini kapsamıyor; muhakeme, karşı muhakeme ve usul gibi kavramlar irdeleniyor, benimsetiliyor. Bir durumun analizi ile analizin kendisi ilişkili ama bağımsız kavramlar. Analizin sonucuna herhangi bir şekilde erişmek mümkün, ancak analizin nasıl yapıldığını öğretmek başka bir disiplin. Elinin ucunda sisteme bağlı bir telefon bulunmasının verdiği rahatlık düşünme eyleminin önündeki temel engele dönüşmüş görünmekte.

Beyaz yakalıların köleleştirilme süreci

Bundan sadece yirmi yıl önce istenen kişiye o anda erişim yine mümkündü, cep telefonlarının sağladığı esas avantaj bu oldu. Ticari faaliyet erbabına firmaları ilk BlackBerry’leri verdiklerinde, ofisteki bilgisayar yoluyla erişilebilecek bilgi yumağı, en azından e-postalar da erişime açılmış oldu. Uzaktan seyredenler bunu “ofiste olmaya bile gerek kalmadı” biçiminde yorumladılar, oysa şirket çalışanları “her an erişebilir ve erişilebilir” olmanın pek de matah bir durum olmadığını kullanınca anladılar. Artık “ofis dışındaydım” bahanesi ortadan kalkmıştı, bu beyaz yakalıların daimi köleliğinin ilk adımı oldu.

Ancak bütün veri tabanına anında erişimi sağlayan akıllı telefonların kullanıma girmesiyle birlikte sistem bir sonraki aşamaya geçti, “artık bilgiye erişim çok kolaydı”, ne var ki bu daha fazla öğrenmeyle sonuçlanmadı, özellikle gençler öğrenme eyleminin dışına itildiler. Telefon kullanma becerilerinin gelişmesi, akıllı telefon kullanımının yaygınlaşması sorunu dallandırıp budaklandırdı. Çoğunluk bir şey sorulduğunda cevabın ilgili makaleyi en kısa sürede ekrana getirmek olduğunu düşündü. Bu süreç hala devam etmekte, bir cins “hızlı telefon çeken kovboy” düşüncesi yerleşti.

Bilgiye erişimin yarattığı tutukluk

Bugün varılan noktanın kısa dökümünü yapalım; 1970’lerde bir konu sadece bilenine sorulabilirdi, on yıl içinde gazete promosyonu olarak verilen ansiklopediler sorunu indirgedi, ancak daha kapsamlı ödev için yine de kütüphanelere gitmek gerekiyordu. Doksanlara gelindiğinde kapsamlı bir YÖK kütüphanesi vardı, kalın indeks kitaplarından makalelerin başlıkları bulunabilmişse bütün dergilere “fotokopi makinasının bozuk olmaması şartıyla” ulaşabiliyordunuz. Bunlar erişilmesi zor olduğu için kıymetli kaynaklardı, elbette çok daha fazlası vardı, ama siz erişebildiklerinizi didik didik okuyordunuz. Milenyum değişince sistem internete aktarıldı, on yıl sonra bilgisayarlara ve günümüzde de akıllı cep telefonlarına devredildi. Artık her şeye erişebiliyordunuz, ama artık hiçbir kıymeti kalmamıştı.

Ben bugün staja gelen öğrencilere bu silsileyi anlatmakta çok zorlanıyorum. Neyse ki kenarda kaynak taramada kullanılmış olan 2003 baskısı Current Contents nüshası bulunmakta. Anahtar kelimelere bakarak makaleyi, oradan yazarını, oradan adresini ve atılan kartpostalı anlattığımda garip karşılıyorlar. O makalenin ilk beş kelimesini başka hiçbir belirteç olmadan Google ile bularak şaşırtmayı hala başarıyorum. Ancak varmaları gereken noktanın çok gerisinde olduklarını anlatmanın başka yolunu bulabildiğimi söyleyemem. Aşırı imkan koşulların iyileşmesiyle sonuçlanmıyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir