İnsanın yapamadıklarından duyabileceği eziyet dolu pişmanlığın hayalperest ve heracai girdabının karşı konulması imkansız sürükleyici hale getireceğini daha sonra anladım. Doğrudan yutmayan, ama kaçıp kurtulmanıza da olanak tanımayan girdap, kenarda kalmayı becerebildiğiniz sürece geciktirebildiğiniz öğütme makinesi oluverir. Bazı şeylerin gerçekleşmeleri ne kadar kaçınılmazsa, geri dönmenin imkansızlığı sizi yan yollara sürükler. Bana da arka sokağın hafif müptezel haleti ruhiyesi oyalanma ve unutma fırsatı sağladı.
Kararsız bir evetten daha iyisi kararsız bir hayırdır, oysa girdabın şiddeti kararsız evetlerle giderek açılan bir boşluğa dönüşür. Caddenin sınırlarını biçimlendiren binalar kaçmanıza müsaade etmeyeceğine göre kalabalıkla sürüklenmek dışında seçeneğiniz yoktur; aklınız sokakta kalsa da yetişmek zorunda olduğunuz düzen on dakika gecikmeye bile müsaade etmediğinde, kararsız evetin ağırlığı omuzlarınıza iyice basar. Kapıda bekleyen çocuğuna her gün bir başka sürprizle gitmek zorunda hisseden ebeveyn irisi birinden farkınız yoktur; sürprizin coşkusu hiddeti emse bile olsa olsa zaman kazandırır. Hafıza böyle garip bir şeydir, nedense bazı şeyleri hiç unutmadığı gibi, aklından her geçtiğinde tablete çizilmiş yazıyı giderek derine kazır. Artık caddelerin kalabalığı unutma seçeneği olmayı yitirir, yazı hiç silinmez, saatin tik taklarının dışına çıkabilecek dar zamanlar çalıp biriktirmeye başlarsınız, dakikalar bile artık dolgu malzemesidir.
İşte Hayal Kahvesi molalarının başlangıcı da buna rastlar. Orası dar sokakta, gecenin kalabalığı sökün etmese de canlılığını daha akşam üstlerinden filizlendirebilen loş bir mekan. Çok daha ileri saatlerde başlayacak bir dinletinin emarelerini ya duvara asılmış afişlerden, ama daha çok mekanın düzeninden seçersiniz, sahne hep orada dursa, siz bir kere bile kalamayacak olsanız bile mekan hava karardıkça açılacak akşam sefalarına benzer. Ağzınızın kokması riskine giremeyeceğiniz bir kadeh konyak, bir fincan kahve, hepi topu, girdi çıktı, yirmi beş dakikalık çalıntılar birikmeye başladığında, artık çantanızdan çıkarıp hayal alemlerinizi not edebileceğiniz ortalama bir defter de kendiliğinden peydahlanır. İşte artık hiç gitmediğiniz Paris’tesinizdir, kararsız evetinizin sonrasında gördüğünüz Roma sokaklarının neşesi henüz dolmamış sandalyelerden nameler mırıldanır. Kararsız evet ve Roma arasındaki uçuruma dönüşen çizgi, iki yakası üzerinden atlayamayacağınız kadar uzak ve düşerseniz hayatta kalma ihtimaliniz olmayacak kadar derin uçurum, ikinci yudumu aldığınızda sığlaşır, yarık birbirine yakınlaşır.
Fakat o da ne, zaman dolmuştur, akşamki dinletiyi, kararsız evetin nesnesi yanınızda olsa bile dinlemek içinizden geçmez. O anın ve o mekanın, bu zaman dışılıkların paylaşılmasını zedelemeyecek birinin varlığına muhtaç olduğunu bilerek terk edersiniz hayaller kahvesini. Hiç gitmediğiniz Paris, hiç parçası olmadığınız Roma, hercai beklentilerinizin bile sıkıldığı New York yine terk edilir. Hayal Kahvesi değil zikredilmesi, düşünülmesi bile imkansız bir olasılıkla silsilesinin başladığı ve bittiği yerdir. İçine çok fazla anılar sığdırılacak mekanlar asla var olmamıştır, cadde her zamanki yönünde aklamaya devam eder; çaldığınız zamanın yarattığı utancı bir çiçekle süsleyip geçiştirirsiniz, kısmet bir sonrakine kalır.
Bütün olup bitenin içine tıkılacağı sandık özellikle bu anlarda dikkatinizi çekmeye başlar, sandık kristal gecelerin cam kırıklarının mücevher kutusuna dönüşür.