İnsanların sonlu olduğu kesin bir yaşamı sorunsuz sürdürmelerinin görünen en olası açıklaması geleceği bilmiyor olmalarıdır. İnsan içine düşebileceği en kötü durumdan bile ileriye yönelik beslediği umut sayesinde feraha çıkar. Bu yaklaşım kötü değildir. İki yazı öncesinde değindiğimiz “too big to fail” (batamayacak kadar büyük) düzeyinde bir sistem (devlet), şirket (banka) ya da gemi (RMS Titanic) henüz yapılamamıştır. Varlığını her daim koruyabilecek olan en önemli kavram bu nedenle kültürdür. İnsanlar gelir ve geçerler, ama kültürlerini bir sonraki kuşağa aktarmayı başarırlarsa tarihteki varlıklarını korurlar. Kültür bazen aktarılabileceği kimsenin kalmadığı zamanlardan bile geçilebilir. Bu durumda kültür miras olarak yazı ya da yapıt biçiminde korunur. Eski Mısır’ın çölün altından dirilip Egiptomani’yi meydana getirmesi bıraktıklarının zenginliğiyle ilişkilidir. Dünyanın bütün müzelerini besleyebilecek kadar lahit, papirüs vb. bırakmakla kalmaz, hala daha bulunmayı bekleyen yüzlercesini de kumun altında barındırır.
İkinci fasıl özlemi
Ancak bu kültürün oluşmasının nedeni adının sonsuza dek yaşatılması merakı değildir. Eski Mısır bu kültürü oluştururken aslında ileride yeniden doğuşun mümkün olduğu düşüncesine dayanır. Mezarın içine konan mumya günü gelince canlanacaktır; yiyecekleri, en değerli eşyaları, hatta onunla birlikte yaşayanları da mumyalanıp aynı mezarda saklanır. Görünen o ki “günü gelince ikinci faslın söz konusu olacağı” düşüncesi bir yerde kültürü ortaya çıkaran itkiyi de başlatır.
“İkinci fasıl, sonraki fasıl”, her ne dersek diyelim, bütün inanç sistemlerinin temel koşuludur. Siz bu düşünce biçimini ortaya koyamazsanız sistem kendiliğinden kaosa sürüklenecektir. Semavi dinler de aynı örüntüyü esas alır ve bu dünyadaki yaşamın sonraki dünya için sınav olduğu kavramını benimser. Yaklaşım inançlı olun ya da olmayın son derece mantıklıdır; din öğretisinden sivil anayasaya geçiş de (mesela Corpus Iuris Civilis, Juris, Doğu Roma İmaratoru I. Justinianos, 529-534) idealde inanılmak istenenin dünyevi kurguda nasıl gerçekleşmesi gerektiğini betimler. O nedenle kültürün oluşması için geleceğin olacağına inanç ve buna erişmek için çabalamak esas görünmektedir.
Batma olasılığı çok az olan ikinci kavram da yine geleceğin olacağı, ama bunun garanti altına alınması prensibiyle çok sonraları şekillenen sigortacılıktır. Sigorta, gerçekleşmemiş bir kötü olasılık için önceden bedel ödeyerek en az zararla geçiştirmek düşüncesinin sonucudur. Kavramın ortaya çıkışı olasılıkla uzun deniz yolculuklarının başlaması dönemine gider (kahinler dönemi artık kapanmıştır). Siz gemiye yatırım yaparsınız, ama gemi denize emanettir; fırtına, kaza, kaybolma ya da korsanlığa da açık bir sürecin parçası olursunuz.
Hayaller insanın gerçek sigortasıdır
Sigorta şirketleri o zaman şehrin doğal limanı çevresine kümelenecektir (bugünün Bankalar, eskinin Voyvoda Caddesi ve Galata), ama aradan asırlar geçip her şey gözlem altında olsa bile arabanın kazaya, evin depreme, tarlanın afete karşı sigortalanması algısı da ortaya çıkar. Dahası insanlar gelecekte ne olacağını bilmedikleri için kişisel sağlık ve yaşam sigortalarını yaptırmayı da ihmal etmezler. Bu sigortalar size daha iyi koşullarda hizmet vaat eder, emeklilik sigortası ise her şey yolunda giderse harcamak için fazladan üç kuruş sunar.
Sözün özü insanlar geleceğin var olacağına inandıkları için iz bırakıcı kültürü, hesaplaşmanın dünya koşullarında da kısmen gerçekleştirilebilmesi için düzeni sağlayan kanunu, ne zaman geleceği belli olmayan ileriki zor zamanlar için de sigortayı kurarlar.
Bütün bunların temelinde yatan tek şey o halde hayalin ve buna dair umudun korunuyor olmasıdır; yaşam müsterih sürer, istiaba erişilir.
Velhasıl Amos Oz haklı görünmektedir, insan (esas) hayali gerçekleşirse ölür. Büyük ya da derin hayaller, yaşıyor olmanın temel esasıdır.