Sanırım dolanıp dolanıp bana gelmesi tesadüflerin sonucu değildi. Annesinin erken terk ettiği kedileri yaşatmak zordur, Ayça eli değmiş kedilerin sonuncusu olsa da, gelenlerin ilkiydi. Yazlığın yeşil ortamında oradan oraya koşturması mıydı ilgiyi çeken? Kardeşi ile birlikte evlat edildiğinde ben pek karışmadım, alan belli gelen belliydi. Oysa kediye hevesi olanların gelgeç gönüllüğü, insana saplanıp cayanların vazgeçme hakkını barındırmaz. İki ya da üç haftaydı, adını kızımın koyduğu Ra bana kaldı.
Artık evde iki kişiydik, yavru kedinin coşkusunun bir diğerini gerektirdiğinden bihaber olan ben, annesinden erken ayrılmanın mirası kulak emme saplantısını da yeni öğreniyordum; meğer bu hep olurmuş. Yaz ya da kış, önce guruldayarak koynuma sokulurdu, fırsatını bulduğu ilk anda nedense sol kulak mememe yumulurdu da onu sağla oyalamanın mümkün olmadığını anlardım. Bilmem ben yokken ne çok söyleniyordu, ama beri yandan serpilip, büyüyordu; sol kulak saplantısı en az on yıl kadar sürdü.
Derken arada Ayça sessizce, bir Ağustos akşamı kimsesizce terk etti, kedilerini kaçınılmaz ben aldım. Artık beş kişiydik. Çok sürmedi, biri ertesi gün peşinden gitti, yaşlı kızına kavuşması bir yılı daha aldı; nihayetinde Tekir ve Ra bana kaldı. Çok komik ve garipti Tekir, üstüme kaban giysem başkası geldi zannedip içeri kaçar, açarken yarattığım anahtar tıkırtılarından hiç hoşlanmazdı. “Arka boşluktaki kuşların evi yememeleri için verdiğim mücadelenin haddi hesabı yok” diye mazeret bildirirdi, beni kapıda hep Ra karşılardı. Nitekim Tekir’in evi esneyerek koruduğu açıktı, kalktığı yer de hep sıcacıktı.
Önce karnımızı doyururduk, binaen açtığım kapı ve yayıldığımız yatak, “hadi Gulliler yatıyoruz” dediğimde herkes sırasıyla yerini alırdı. Ağır abiydi Tekir, ayakucundan ilişir ve göğsüme tırmanırdı, istisnasız her akşam burnumu yalardı da, sıra bundan sonra kendisine gelirdi. Takiben Ra sinsice soluma doğru sokulduğunda aşağı itelerdim. İşte nihai durum bu olurdu, yan tarafımda Tekir’le, ayakucumla Ra ile bütünleşirdim. “Mutluluğun resmini yapabilir misin?” demiş ya Nazım, Abidin’e, bu bizim mutluluğun resmidir.
Gel zaman, git zaman yaşlar birikti, Tekir için anladığım vakit gelmişti, önce onu uğurladık. Artık tırmanamadığı yatağa bir süre kendi ellerimle aldım, inemeyip düştüğünü görünce ısrarı bıraktım. Vedamız dört yıl önce soğuk bir kış sabahında oldu, 2017 Ocak ayı olsa gerek. Ra bana bir dört buçuk yılını daha verdi. Boşalan kadroya yine üstüme kalanı aldım, ama eski coşkusu artık yoktu. Tamam mıydı vakit, anladığım tamamdı. Tırmanmayı beceremediğinde ben yerde yattım, ama o bu kez gelmedi. Çok ama çok iyi direndi, ben de üstelemedim. Dün kapıdan çıkışım “öldün mü canım?” diye sormalarımın sonuncusuydu. Hayata gelmenin en zor bedeli ölememekse, direnmenin ödülü sonsuzluk olur.
Şimdi bilmeyenler için bir kez daha…
Kediyle bir kez aynı evde yaşamak ayrılmanın mümkün olmadığı yaşam biçimidir. En fazla beş gün uzakta kalırsınız, mamayı, kabı buna göre ayarlarsınız; döndüğünüzde mutluluk kaldığı yerden devam eder. Bazen elbette kavga edersiniz, uzun sürmez af dilersiniz; kedi kin tutmaz, hemen barışırsınız. Kucağınızdaki klavyeye tos attıklarında yine kapıya sepetlenseler de, yatma vakti gelince açılmasını beklerler; ister isteyin ister istemeyin, mutlaka gelirler.
Kediler bedenen gider ama ruhları kalbiniz ve beyinizin arasına yerleşir. Her zaman lafa karışır, fikir beyan ederler. Canınız poğaça çekerse onların eseridir, sizi gülümsetir, eski günlerin anısına ısırırsınız.
Sürtündükleri şey vicdanınız, beslendikleri göz gözyaşlarınızdır.