Bir evi toplamak, daha doğrusu fazlalıkları atmaya çalışmak, uzun süre biriktirmiş evlerde zaman içinde bir yolculuktur. Ben kırk metrekarelik bir evi toplamaya çalışsam da bu ev annemler, birinci ev ve ikinci ev olmak üzere, benimkini de katarsanız aslında dört evden oluşur. İlk evden kalanlar tasnif edilmemiş, ama atılmaya kıyılamamış dosyalar, resimler, mektuplar ve hatta telefonlardır. Bu çok zor bir iştir, aslında hiçbir şeyinize yaramayacağını bal gibi bildiğiniz en az elli, muhtemelen bazıları yüz yıllık ıvır zıvırın atılması kendi geçmişinizin de silineceği endişesi taşıdığından kolay kolay becerilemez. Üstelik bu geçmişin tasnif edilmesi şansı da yoktur, eleyebileceklerinizi üstün körü eler ve saklandıkları poşetleri yenileyip en azından bildiğiniz bir kutunun içine doldurursunuz.
Diğer merhalelerin atılması daha kolay gibi görünse de o da ayıklamaya tabidir; yani “kütle atımı” olarak adlandırdığım şey zaman açısından buzdağının görünen kısmı eder, detaya inip didiklemeye başladığınızda süre uzamaya başlar. Aynı korku aslında bir daha bakma olasılığınızın hiç olmadığı defter, kağıt, her ne varsa bulaşacağından sadece kısmen başarılabilir. Elde olanların kullanma olasılığı yoktur, ama eski defterleri saklama merakı, yani geçmişi silip atma korkusu bu kez daha şiddetlenir. Ne de olsa annemlerden kalanlar benim öncem olsa da bunlar artık benim dönemimin ürünleridir.
Atmak meşakkatli olsa da beraberinde yüz yıllık bir geçmişi aynı anda görme şansını da tanır. Bunun hafıza zayıflamasına bir olumlu katkısı olur mu bilemem, hatta tasnif edip tekrar saklamanın da bir hastalık belirtisi olabileceği pekala söylenebilir. Babamın poşet katlaması ne kadar gerçekse, benim de kağıt istiflemem erken tanısı henüz gerçekleşmemiş semptomlar örüntüsünün ilk adımı olabilir.
Ve derken başınıza gelebilecek en büyük felaket gelir. Yığınların içinde olması gereken ama bir türlü bulunamayan bir nesne, gecenin bir vakti hangi akla hizmet bir yerlere sokuşturduğunuz fotoğraflar, zaman deliğinde kaybolup gitmişçesine ya da iyi saatliler götürmüşçesine ortadan yok olur. Bu büyük felakettir, toplayıp atma eylemini samanlıkta iğne aramaya çevirmekle kalmaz, artık toplanmaktan daha çok saçılmaya evirilen bir arama sürecini başlatır.
Arama tarama eylemi artık bütün eve yayılmıştır, eski negatiflerin bulunduğu o kutu, nasıl bir şey olduğunu gayet iyi hatırlasanız da bir türlü ortaya çıkmaz. Totem yapmaksa totem, hata kutunun bulunmasının belli aşamaların anahtarı olduğu gibi mistik düşünceler kafanızdan geçerken, bakılan yerlerin tekrar tekrar bakılması girdabından çıkamamak olasılığı giderek sizi de çeker. Sanki o kutu bulunmazsa hayatınızın belli döneminin silinip gideceği korkusuna kapılırsınız. Yığın altına yeniden dönebilmek için başka yığın oluşturmak, üst üste yığılmış kâğıtları, yuvasındaki nesneleri oradan oraya taşıyan sıçan misali indirip kaldırmak…
Ve derken son aşamayı hayal edersiniz, işte meşhur sandık orada durmaktadır. O kutu da elbette bulunacaktır, sonra sandık elden geçip düzüldüğünde, geçmişi tıktığınız yeni nesneye dönüşürken, bu kez kendinizi aradan çıkartacağınız bir aile yadigarı ambarı olacaktır.
Sizden sonrakilerin muhtemelen çok fazla ehemmiyet vermeyecekleri bu yadigâr kutusu,kendinizi içine tıkmaya çalıştığını Alâeddin’in lambasından başka bir şey değildir.