Unutulması gerekenler kitabı

Herkesin yaşadıkları içerisinde unutmak istediği tatsız hatıralar vardır. Ancak zaman nasıl geriye döndürülemezse, bu hatıralar da bellekten hiçbir zaman silinmez. “unutulması gerekenler kitabı”nın sayfaları arasından zamanı gelince çağırılırlar. O hatıraların sizi daha üzmesinin tek yolu, onlara olan borcumuzu hiç bitmeyecek taksitlerle ödemenizdir…

 

Bundan tam yirmi üç yıl önceydi, ben fakültenin henüz başlarındaydım. Hala çok iyi hatırlıyorum, bir fizyoloji dersiydi. Kendini şimdiden ordinaryüs zanneden dört yüz doktor adayı, tababetin sırlarını laboratuvarlarda arıyorduk. Aslında bir şeyde aramıyorduk. Masalara bölünmüş geniş bir öğrenci laboratuvarında, sinir sisteminin temel prensipleri üzerine bir dersti sanırım. Garip bir kurbağa deneyinde hayvanın kafasını ucundan kesiyor ve suya bırakıp o halde hala yüzebildiğini ispatlıyordunuz. İkinci bölümde ise kurbağa kalbinin potasyum verildiğinde nasıl durduğunu gösteriyordunuz. Yani bundan iyi yüzyıl öncesinde çok büyük ilgi çekebilecek bilimsel bir araştırmanın zavallı bir tekrarıydı.

Benim üzerimde sonraki bir on yıl daha atamadığım o garip bilim adamı duyarsızlığı, bütün bunların bilimin yücelmesi için gerekli olduğuna dair bir seri katil zihniyeti, kurbağaları bir balıkçı becerisi ile deneye hazırlıyor, elimden geldiğince yardımcı oluyordum. Lakin asistanımız çok beceriksizdi, ona itina ile sunduğum kurbağaların kalbine değil potasyum vermek, yaşatmaya bile muvaffak olamıyordu. Kısa sürede laboratuvar bir mezbahaya dönmüştü bile, beceriksiz ellerden kaçan başsız kurbağalara verilen tepki ya tiksinti, ya da isterik bir kahkahaydı. Masalarda öbek öbek cansız vücutlar yatıyordu, iki yüzyıl önce kanıtlanmış deneyleri tekrarlayabilmek uğruna…

İyileştirmeye ve yaşatmaya adanmış ya da adandığı zannedilen beyinlerin bu toplu kan görme ayinleri uzun pratik saatleri boyunca sürdü, ta ki dersler bitene kadar. Benim bütün bu yapılanlara bir illüzyon olduğu, bilimin hayvanlar üzerinde yükselemeyeceğini anlamam ise altı yılımı daha aldı. Altı sakin yıldı aslında. Kurbağalara uzun bir süre dokunamadım, mecburiyetten katlanmak zorunda kaldığım araştırmaların en uzun süren kısmı da can verilenlerin kutsanması oldu, sonrasında tamamen vazgeçtim. Ancak unutulması gerekenler kitabının sayfaları yazılmıştı bir kez, elimde can veren onca kurbağanın ilk taksitini ancak beş yıl önce ödeyebildim.

Bu kez yakın arkadaşımdı laboratuvarda görevli olan. Bu çağda bu deneylerin her yıl ısrarla tekrarlanmasının anlamsız olduğunu yine anlatamamıştık. Neyse ki işin içinde olanlar pratiği herkesin değil, her masanın sadece bir kez yapmasını kabul ettirmemişlerdi. O akşam arabamı laboratuvarın arka kapısına çektiğimde binada hiç kimse kalmamıştı. Kalan onlarca kurbağayı sessizce leğenlere doldurduk. O gece İstanbul’un göbeğinde evde kurbağa vıraklamalarıyla keyifle uyuduğumuz tek geceydi. Ertesi sabah hepsi Belgrad ormanının göletine bırakıldılar. Defter uzun bir süre kapalı kaldı.

Siz kaç tane can aldınız bilmiyorum, benden daha çok olmasa gerek. Peki sonrasında oturup ne kadar düşünme fırsatınız oldu? Ben bunları yaptım. Her gün, her an, çevreme her baktığımda sadece şunu görüyordum. Tanrının en akıl almaz mucizesi yaşamdır, tanrının nefesinin değdiği her canlının ilk hakkı o kutsamanın payesi olan yaşamaktır. Bir canlının can almasını haklı kılabilecek tek gerekçe kendi yaşam hakkıdır. Kan dökmek adına kurban etmek yaratanı hoşnut edemez. Zaten her şeyi yaratan, her şeyi gören, her şeyi bilen ve geçmişin ve geleceğin tek hakimi olan o yüce kudretin, önüne kendi yarattıklarının kanının dökülmesinden gurur duyacağını düşünmek olsa olsa insanın aklına gelir.

Unutulması gerekenler kitabım hala çok yüklü. Lakin benim bu konudaki kişisel illüzyonum bitti. Unutulması gerekenler kitabımdan belleğime kazınan iki şey var, bütün canlıları seveceksin, asla öldürmeyeceksin.

(Dünya 20.01.2005)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir