Kıtalararası ticaret unsurlarına (emtia) dikkat çekmek için baharatı incelemek bir ara yazı olarak yerinde olacaktır. Keşifler döneminin ardından İspanya ve Portekiz Güney Amerika’yı yağmalamaya başlar, nihai beklenti olan altına çok kolay, ama her zaman katliamla erişmeleri ve bölgeyi dini kullanarak fetva altında sömürgeleştirmeleri çok sürmez. Oysa esas erişilmek istenen Doğu ticaret açısından verimli olmasının ötesinde denizcilik gibi faaliyetler açısından çok ileridir, hatta İngiliz donanmasının o büyüklüğe gelebilmesinin ancak İkinci Dünya Savaşı’nda gerçekleştiği kabul edilir. Dolayısıyla Doğu sömürgeleştirmekten çok ticari faaliyetin odağı olur. Bu son derece karlı bir ticarettir, gelen birkaç ton baharat bile bütün seferin masraflarını karşılayacak kadar gelir bırakmaktadır.
Baharat olarak adlandırılan maddeler daha çok Ön Asya, Orta Amerika gibi tropikal altı bölgelerde yetiştirilen bitkilerden köken alırlar. Baharat “bitkisel ürün” olarak sınıflanan ve yapraklardan elde edilen maddelerin aksine kök, tohum, tomur, kabuk gibi bölümlerden elde edilir; ortak özellikleri ise keskin tat ve kokularıdır. Buna karşılık baharat kullanımı sadece koku ve tat, yani lezzet anlamına gelmez. Zira bitkilerin baharat elde edilmesinde kullanılan kısımları metabolizma açısından çok yoğundur, dolayısıyla baharat aslında insan vücudunu da etkileyebilecek biyolojik özellikler gösterir. Burada hatırlanması gereken bir diğer unsur da, koku ve aromanın yapım maliyetinin çok yüksek olmasıdır. Dolayısıyla bu maddeler aslında bitkinin içeriğinin tezahürüdür. Bir örnek vererek açıklarsak, tohum kabukları bitkinin uyku halinde kalmasını sağlayan bileşikleri içerirken, uç (tomur) ve kök kısımları da büyümeyi sağlayan maddelerden zengindir. Bu özellikler baharatı lezzet unsuru olmanın ötesine geçirir ve tıbbi kullanıma sunar. O dönemin salgın hastalıkların yine sık görüldüğü bir zaman kesiti olduğu düşünülürse baharatın kıymeti daha iyi anlaşılacaktır.
Baharatın tıbbi uygulamaları
Baharat geleneksel kullanımda daha çok mikroorganizma üremesini değiştiren özellikleriyle ortaya çıkar. Burada kastedilen “bütün mikropları ortadan kaldırmak” değildir, bitkinin uyum içinde olduğu topraktakileri uyarırken, zararlı olanları engeller. Bu bilgi botanikten elde edilmiştir, kökün salgısı bitkiye zararlı olan bakteri ve mantarların üremesini önler, faydalı olanların çoğalmasını sağlar. Baharatın özellikle et ürünlerinin saklanmasını sağlayan etkisi de olasılıkla buradan kaynaklanmaktadır, insan sağlığı için zararlı olan bakterilerin üremesini engellerken, etin mayalanmasını sağlayacak olanların seçilmelerini sağlar. Dolayısıyla baharat sucuk gibi bir ürünün elde edilmesinde elzemdir. Bu etki kuşkusuz insan bağırsaklarındaki bakterilerin dengesinin korunması açısından da önem taşımaktadır.
Buhur olarak uygulama
Velhasıl baharat sadece lezzet unsuru değildir, Doğu ve Orta Amerika tıbbına bakıldığında bu maddeler ayrıca buhur olarak da uygulama alanı bulur (salgınla mücadelede “kötü ruhları kovma” mantığı ile açıklanır). Baharatın yakılması ya da ısıtılmasıyla elde elden uçucu yağ asitleri Osmanlı’da da tedavide yer bulur. Yiyeceklerdeki esas kullanım amaçları, coğrafyanın sıcaklığı nedeniyle, özellikle etin uzun süreli saklanmasında sağladıkları avantajdır, ki pastırmadaki karşılığı çemendir. Bu görüşü destekleyen bir diğer gözlem ise, anne adaylarının özellikle hamilelik dönemlerinin başında baharata kesinlikle tahammül edememeleridir. Yani anne karnında gelişmekte olan bebek bu tür biyolojik etkin maddelerin alınmasını önlemektedir. Ne yazık ki baharatların bu bakış açısına göre bilimsel bir değerlendirilmesi ve tasnifi bulunmamaktadır.
Ticaretin baharatla başlaması gerek iklim zorunluluğu, gerekse yüksek katma değeri nedeniyle şaşırtıcı olmamalıdır.