Gitmek kavramına kısa bir giriş

İnsanlar hayattaki derslerin çoğunu aslında “online” alırlar, yani ders ortadadır, ama kişi dersini kendi çıkarmak zorundadır, becerebilirse buna “dersini almış da ediyor ezber” aşaması denir, bir cins olgunluk alametidir. Oysa ders bazen doğrudan öğrenilir, ama kavranması için zaman geçer, öğrenilen dersin bir cins sindirilmesi, özümsenip içselleştirilmesi esas olur. Doğrudan öğrendiğim derslerden biri, bir söz arasında rahmetli Nezih Demirkent tarafından verilmiştir: “Vazgeçilmeyecek insan yoktur.” Lafın oraya nasıl geldiğini hatırlamıyorum bile, belki gazeteden birilerinin gitmek isteği üzerine şekillenmişti, belki de benim kişisel meselelerime yaptığı bir yorumdu, ama söz aklımda kaldı.

Aradan neredeyse yirmi beş yıl zaman aktı, sözün derse dönüşmesi hayli uzun zaman aldı. Nitekim bazen birinin “emekli olacağım” lafını engellemek adına, kimi zaman birinin bozulan ilişkisini düzeltmek için aksini savunup durdum. “Daha çok gençsin, senden öğreneceklerimi var” güzellemeleri zamanla “kaçıp kendini kurtarmana müsaade edemem” iğnelemelerine dönüştü; yelkenliyle emeklilik hayallerini aklımca erteletmeye uğraştım. Bozulmaya yüz tutan ilişkiler için etkim ne oldu bilemem, emeklilik hayallerine de çok fazla müdahil olabildiğimi düşünmüyorum; insanlar akıllarına ne koydularsa onu yaptılar; ben kararlarımı, başkaları kendi kararlarını aldılar, “vazgeçilemeyecek kimse yoktur” sözü böylece dersler hanesine yazıldı.

Tarihin çarklarını döndüren ilahi oyun

Değil insanların, canlılar aleminin bütünü ortam şartlarının beklentiyi karşılamaması durumunda ya şartların daha uygun olduğu yerin arayışına girer ya da şartlara en uygun biçimi alır. Suyun olmadığı yerden daha sulak alanlara, toprağın kıt kaldığı ortamlardan geniş ovalara, hiçbiri mümkün değilse uyku formlarına, canlılar göçmen kuşlar misali döner dururlar, bu duruma aslında göç adını veriyoruz. İnsan göçleri genellikle savaşların etkisinde, nadiren kuraklık gibi iklim felaketlerinin çerçevesinde, ama her zaman zorunluluktan gerçekleşir. Bu satrancın damaya dönüştüğü ve devinimin köşe kapmacayla sürdüğü, ama genelinde tarihin çarklarını döndürdüğü garip bir oyun biçimidir.

Gitmek ya da kalmak ikilemi

Gitmek bir seçimdir, “giderim” demek en fazla niyettir. Ama hayat sahnesi ne yazık ki satranç, dama ya da köşe kapmacaya benzemez, daha çok pokeri andırır. Nihayetinde elinizde bir kart vardır, karşısı bunu görmez, ama onun elinde de bir kart vardır, niyetin eyleme dönüşmesi masanın artırılmasına bağlıdır. Önce biri meydan okur, sonra diğeri kaçar, kabul eder açar ya da meydan okur, bu durumda masa ister istemez yükselir. Bu bir kapışma dinamiğidir, çevreden ilgi topar, ama seyirci sürece karışamaz. Ne var ki pey artırmanın da bir sınırı vardır, bu restleşme aşamasıdır, sonrasında da zaten eller açılır, seyirciden kısa bir “Oooo…” nidası çıkar, oyun artık sonlanmıştır. Kartları daha iyi olan kazanır, ama kaybeden de artık gerçekten gitmek zorundadır, ama kimin gittiği aslında bilinmez.

İşte bu durum en iyi şiirle betimlenir:

Terkeden

Murathan Mungan

Kimdi kimdi kalan
Giden mi suçludur herzaman?
Ne zaman başlar ayrılıklar
Dostluklar biter ne zaman

Her geçen gün bir parça daha
Aldı götürdü bizden
Aynı kalmıyordu hiçbir şey
Değişiyordu herşey
kendiliğinden

Artık çözülmüştü ellerimiz
Artık bölünmüştü yüreğimiz
Birimiz söylemeliydi bunu
Ötekini incitmeden

Kimdi giden kimdi kalan
Aslında giden değil
Kalandır terkeden
Giden de
bu yüzden gitmiştir zaten

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir