Ne var ki bir de dile getirilemeyenler vardı. Bir virüs ki (Corona “taç” anlamına gelir) inançlı olduğunu düşünenleri kutsal mekanlarından uzak durmaya yeterli oldu. Bu durum pozitif bilimcilerde de farklı seyretmedi, inananlar için “kader” algısı nasıl sarsılırsa, bilimciler de doğal seleksiyon yaklaşımından bir o kadar uzaklaştı, kader ve rastlantı örtüştü. Sonuç olarak reaksiyonlar aslında birbirinden çok da farklı değildi; “Neye inanırsanız inanın can tatlıdır.”
Ne var ki birden bu üç kutup arasında kalanlar da ortaya çıktı. Bu gurubun kendine ait bir düşüncesi yoktu, o nedenle “orta yolcular” olarak adlandırılabilirler, konumları gereği taraflar arasında sıkışıp kaldı. Üslupları “ne nalına ne mıhına” olduğundan aynı gemiden bulunduklarını düşündüklerine imtiyaz sağlayarak eleştirilerini dengeli dağıttılar. Oysa her komplocunun bir haklılık payı olabileceği gibi, her bilimcinin de bir yanılgı payı olabilirdi. Kurdurdukları organizasyonlarda halkı teskin edecek açıklamaları hedef aldılar.
Farkına varılmasını istediğimiz aslında kimsenin bir şey bilmediği
Bakanlık, Bilim Kurulu ya da bilimsel olduğunu iddia eden taraf tedbir ve temkin konusunda haklıydı, ama neyle karşı karşıya olduklarını fark etmemişlerdi.
Bilimciler bir şey söyleyememekte, virüsün el yapımı olduğunu kabullenememekte, ama doğal seçilim iddiasını vurgulayan makaleler için “bak ne saygın dergide makalesi çıkmış” vurgusunda ısrar etmekteydi.
Komplocular ise ortaya çıkan hareket-bereket dinamiğinden memnundu, komplonun her zaman alıcısı vardı. Onlar da lafı her zamanki gibi küresel güçler zemininde tuttular.
Peki gerçekte ne oldu?
Beş yıl önce, 2015 yılında (çalışmanın ne kadar geriye gittiği bilinmiyor) yarasalarda doğal koşullarda bulunan SARS benzeri bir virüsün genetiğiyle oynandı. Bu insan yapımı bir virüstü, biyoteknoloji bakterilere kısmen müdahale etse de, virüsler daha basit olduğundan bu olanakları çoktan sunmuştu. SARS virüsünün ana iskeleti alındı, virüsün hücre içine girmesini sağlayan zar proteinleri solunum ve sindirim yollarında çok miktarda bulunan Anjiyotensin 2 (AT-2) reseptörlerine uyum gösteren bir proteinle değiştirildi ya da eklendi.
Ortaya çıkan el yapımı mutant virüs farelerde denendi, yaşlı farelerde gerçekten hastalık yaptığı anlaşıldı. Burada ana mantık AT-2’nin yaşla azalma eğiliminin olduğunun bilinmesiydi. Bu madde yaşla azaldığında, solunum yollarında AT-2 reseptörü sayısı da olasılıkla artacaktı (buna “upregulation” adı verilir). Dolayısıyla virüsün belli yaş grubunda etkili olacağı varsayımı mantıklıydı ve farelerle doğrulanmıştı. Bu anlattıklarımız bilimcilerin saygın olarak kabul ettikleri Nature Medicine’de 2015 yılında yayınlandı, yani gerçekti.
Virüsün bilinçli mi salındığı yoksa kazayla mı laboratuvar ortamının dışına çıktığı ise hala yanıtlanamadı, her ikisi de olasıdır. Her nasıl olursa olsun, komplocular burada haklı çıktı, bilimciler görüldüğü kadarıyla yanıldı, Bu virüs salgını, yayılması kaza ya da bilinçli deneme olsun, olasılıkları daha en başta gayet iyi planlanmış bir eylemdi. Ama işin görünüşe göre daha fazlası vardı, ortaya bir kriz çıkacağı belliydi…
(Devam edecek…)